Ekşi Sözlük'te Defne Joy Foster başlığı altında yazılmış,beğendiğim ve ülkemizin bir gerçeğini başından geçmiş acı bir olayla anlattığı "mucize" nickli kişinin entrysini paylaşmak istedim.
aslında yazmak istemedim. ama okuduklarım, günlerdir yaşananlar, nalına da mıhına da vuran gürüh -hangisi artık bilemedim- içimi şişirdi ve birkaç satır da olsa yazmak gerekti.
***
üniversite birinci sınıf öğrencisiydim daha. ilkokuldan beri derdim doktor olmaktı. babam yapma dedi ama dinlemedim. insanları "iyi" etmekten daha çok istediğim bir şey yoktu çünkü. onların beni ne kadar "kötü" edebilecekleri ile ilgili pek bir fikrim yoktu ama o zamanlar. nasıl olacaktı ki? daha on yedi, on yedi, on yediydim.
sınıf arkadaşlarımın her biri bir yerden gelmişti. bense yaşadığım şehirde okuyordum. ama o kadar beceriksizdim ki, her işi annem babam benim için yaptığından, bir fatura yatırmayı bile bilmiyordum. güya biraz hayatı öğreneyim diye yalvar yakar, binbir yalan yurda yazdırttım kendimi. babam öğretmen, yemedi tabii "yol uzun, ders çalışacak vakit kalmıyor, yetişemiyorum, vapurda üşüyorum" yalanlarını ama yer göründü.
yurtta su akmaz, odalar on iki kişilik, berbat ama kimin umurunda. mutluydum, bir sürü arkadaşım vardı. hepsi dünya iyisi, ne isteseler yapıyordum. saflığımdan faydalanıyorlardı görüyordum ama koymuyordu, seviyorumdum hepsini.
bir arkadaşım vardı, hem sınıftan hem yurttan, adı müge. çok şeker, bursa'lı. babası doktor. harçlığı bizden çok yani. kandilde oruç tutmak ister bir grup mesela; müge "beni de kaldırın sahura" derdi. bilmezdi oruç tutmayı ama... ailesi pek bir din eğitimi vermemişti belli ki. ama olsun müge istiyordu. müge mutlu oluyordu. aşkamına köprü altında rakıyla oruç açtırıyorlardı müge'ye. hayır diyemiyordu. o arkadaşlarını da seviyordu çünkü. zaten oruç tutmayı da sevdiği diğerleriyle bir şey paylaşmak için istiyordu. o kadar sevgi doluydu ki, o kadar temizdi ki, kalbi, bedeni...
ikinci sınıfa geçince yurttan ayrıldı müge. sebep? iki uyanık kız arkadaşı bundaki parayı da görünce eve çıkalım dedi, o da kabul etti.
bundan sonrası dün gibi aklımda. o yüzden şimdiki zamanda anlatılacak:
derken... müge okula devamsızlık yapıyor, anatomi'den yirmi üç alıyoruz ikimiz birden. müge diyorum, artık sıkı tutuyoruz, adam gibi çalışacağız. o da üzülmüş. evet diyor lay lay yok. hepimiz zaten liseden falan süperiz, alışık değiliz öyle kırık nota falan. hayal kırıklığına da, hayat kırıklığına da alışacağız ama, bunlar ne ki?
birkaç gün sonra ev arkadaşları geliyor okula. müge mide kanaması geçirdi, reanimasyonda yatıyor. acil kan lazım diye. bırakıyorum işi gücü, müge'ye kan bulmaya çalışıyorum bütün gün. anneme anlatıyorum. ertesi gün cumartesi. okula gitmeme izin yok ama müge için gidiyorum. kapıda duyduklarımdan huylanıyorum ama ertesi gün bir gazetede sekiz sütuna manşet yazılanlarla yıkılacağımı bilmiyorum:
çapada kürtaj skandalı!
üst kat komşum gazete elinde anneme geliyor. kızının arkadaşı "bu işte" diyor. biz senin kızını biliyoruz. "ordunun içine girse sağlam çıkar diyor. ordu ne? sağlam ne? ne diyorsunuz siz? bir insan gencecik yaşında ölüm döşeğinde! siz neden bahsediyorsunuz?
okula koşuyorum.
öğrendiklerim kandırılmışlığımla birlikte allak bullak ediyor beni:
cerrahpaşa tıptan bir çocukla çıkıyor müge. seviyorlar birbirlerini. ne yaşadıklarını sorgulamak bana düşmez. ama biliyorum müge de seviyor onu. hatta evlenmekten bahsediyorlardı. erkendi bunu düşünmek için. neyse... çocukça bir hata yapıyorlar. korunmayı beceremiyorlar. müge panik içinde. fakültenin başasistanına yalvar yakar kürtaj yaptırıyorlar. olacak ya! parça kalıyor, geç kalınıyor... septisemi vs...
müge ölüm düşeğinde. ailesi gelmiş, perişan... manşetler devam ediyor: şu evin okla işaretlenmiş şu odasında kolasına ilaç attı. kendinden geçen kıza şunu şunu yaptı.
annesi ağlıyor; ne yapmış olursa olsun o benim evladım. bir yaşasın, bir hayata dösün geçecek bunların hepsi. ama bu yazılanlar beni çok üzüyor evladım diyor.
susmuyorlar. yalan yalan üstüne. yetmiyor. başka yerlere sıçrıyor mevzu. toplumsal değer yargılarımız, üniversiteli kızların orospu oluşu, anadolu'dan gelenleri kandıran artist mafyası... nalına mıhına vuruyorlar durmadan.
***
ne mi oldu: müge öldü! yani bunlar olurken öldü gencecik bir insan. ama öldürmeler daha yeni başlıyordu. bu neydi ki daha...
***
okula geliyor ellerinde fotoğraf makinası olan birsürü muhabir müsveddesi. gözü bantlı fotoğraflarımız çıkıyor gazetede. annem bana ağlıyor, ben anlayamadığım dehşete düştüğüm linç girişimlerine. "iyi" etmeyi öğrenmek üzere gittiğim okuldaki kötülüğe.
sözümona ulvi bir meslek sahibi olacağım o yerde, diğer öğrenciler parmaklarıyla beni işaret ediyor; bu da orospu, "o"nun arkadaşı, diyorlar. yurda gidiyorum, müdire hanım "seni artık burda istemiyorum" diyor. babama gidiyorum "beni yurttan da okuldan da al" diye yalvarıyorum. hayır diyor, adam gibi okuyacaksın! aklını başına alacaksın! bunlarla başa çıkacaksın. okulu bırakırsan evden dışarı adım attırmam tehditleri savuruyor. o zaman anlamıyorum çaresizlikten savurduğu yalanları.
hatta yıllar sonra öğreniyorum, bizlere sahip çıkıp annelik etmekle görevli yurt müdürünün babamı çağırıp "bu kız burdan alacaksınız, istemiyorum. zaten çok makyaj yapıyor, kimbilir okuldan sonra nerelere gidiyor. buranın adını batrımasına izin vermem" dediğini. oysa beni biliyor; babam üç kuruşla beni okutuyor diye gündüz vakti bile boş kalsam, tek başıma yurttaki yatağımın üstünde ders çalışıyorum. haa! gezsem ayıp mı? makyaj yapana orospu mu denir? şimdi yapmıyorum, daha mı namusluyum o yaşmdakine göre? merak etmiyorsanız da söyleyeyim: kesinlikle değilim!
şimdi düşünüyorum da babam cahil bir adam olsa beni okuldan alsa bugün nerde ve nasıl olurdum. ya da babam beni çekip vursa bunca dolduruşa gelip, herkes ona alkış tutsa namussuz müge'nin arkadaşı namussuz kızını gebertip namusunu kurtardı diye, ne olurdu? yani yurt müdürü üzülür müydü mesela? bence hayır! hatta yüzümü hatırlayacağını bile sanmam bir hafta, bilemedin bir ay sonra.
bitmedi! müge'nin abisi odtü'de okul birinciliğine koştuğu okulun dördüncü sınıfından ayrıldı diye duyduk sonra. aileden biri daha yaşarken öldürülmüştü yani. babası muayenehanesini kapattı, ailesi bursa'dan taşınmak zorunda kaldı. (iki ölü daha...)
sevgilisi okulu bıraktı. bir yıl sonra bitireceği okulu. (artı bir daha...)
baş asistanın asistanlığını yaktılar, okuldan attılar. (artı... )
peki gerçek orospulara ne oldu bu arada dersiniz? deveyi hamuduyla yuttular, sınıf geçmek için hocalarla, asistanlarla uygunsuz ilişkiler yaşadılar, parayla sahte karneler yazdırdılar... okul bitti, herkes yoluna gitti vs.
ben o günden sonra gazete okumamaya karar verdim. şöyle bir manşetlere bakarım, bir iki köşe okurum hepsi o.
nerdeyse yirmi beş yıl oldu. babam hala bilmez müge'nin annesi üzülmesin diye gazeteyi basmaya gittiğimi. güvenlik görevlisinin beni silahla tehdit ettiğini. genel yayın yönetmenine "yalan söylemekle eline ne geçecek?" diye sorduğum anda daha, eline ne geçtiğini gözlerinde görüp dehşete düştüğümü...
***
ne öğrendim peki?
her şey unutuluyor zamanla. kimse hiçbir şey hatırlamıyor bir süre sonra. yeter ki sana bi'şey olmasın!
neticede bir ayıbın varsa da yoksa da bir süreliğine oynayacaklar buldukları malzemeyle. kaçamayacaksın! ha bi' bok yiyeceksen gizli kapaklı yemeye çalış bokunu. ortaya mı çıktı. boşver! bu ülkede kimlerin seks kasetleri düştü internete, iki gün sonra unutacak herkes nasılsa. evli değilsen, "kim evlenir lan bu karıyla" diyenlerin hepsi kuyruğa girer kapında, görürsün bak... anne olur bebek bezi reklamına bile çıkarsın! o zaman ahlak kumkuması kesilen yazar-çizer, televizyoncu camiası sana aile programı, köşe yazısı teklifleriyle gelir üzülme.
geçer gider yani... gün olur işine gelir kapanırsın, kadınlar alkışlar seni. eşarbın yılın modası oluverir. cübbesini çıkardığında çükü, takkesi düştüğünde keli görünen kim bu ülkede ar etti, utandı ki sen utanacaksın?
ünsüzsen de ünlüysen de unutulur yaptıkların ve sana yapılanlar, yapanlar ya da izleyenler tarafından.
yeter ki sana bi'şey olmasın... yeter ki ölme!
***
velhasıl müge öldü. yazanlar, çizenler, çanak tutanlar, dedikodu yapanlar bir hafta sonra unuttu gitti. ama öldürdükleri bizler hala her şeyi hatırlıyoruz.
***
defne öldü. yazanlar, çizenler, çanak tutanlar unutacak birkaç güne kadar. ama öldürdükleri unutmayacak.
aslında hakkında hiçbir şey bilmediğimiz insanlar için ne kadar da kolay atıp tutmak. kul kınadığını görmeden ölmezmiş.
peki yazıp çizerken vicdan süzgecini es geçenler! sahi insanlığınızı en son nerde bıraktınız?
bin beterini yaşayın bok sürüleri! sizin de arkanızdan bilip bilmeden atıp tutsunlar. savcı, adli tabip, polis susarken, daha hiçbir şey kesinlik kazanmamışken tıpkı sizin gibi dolu/boş konuşsun herkes.
canınız gerçekten yansın. ama isyanınızı kimse duymasın. duyurmaya gücünüz olmayacak ya zaten... ama olsa da duymayacaklar, tıpkı sizin duymadığınız gibi.
bazen inancımı sorgulatıyorsunuz bana. düşünüyorum; allah bile kurtları değil de kuzuları kurban etmemizi isterken size haksızlık mı ediyorum? masum musunuz gerçekten?
"ne öğrendim peki?
YanıtlaSilher şey unutuluyor zamanla. kimse hiçbir şey hatırlamıyor bir süre sonra. yeter ki sana bi'şey olmasın!
neticede bir ayıbın varsa da yoksa da bir süreliğine oynayacaklar buldukları malzemeyle. kaçamayacaksın! ha bi' bok yiyeceksen gizli kapaklı yemeye çalış bokunu. ortaya mı çıktı. boşver! bu ülkede kimlerin seks kasetleri düştü internete, iki gün sonra unutacak herkes nasılsa. evli değilsen, "kim evlenir lan bu karıyla" diyenlerin hepsi kuyruğa girer kapında, görürsün bak... anne olur bebek bezi reklamına bile çıkarsın! o zaman ahlak kumkuması kesilen yazar-çizer, televizyoncu camiası sana aile programı, köşe yazısı teklifleriyle gelir üzülme.
geçer gider yani... gün olur işine gelir kapanırsın, kadınlar alkışlar seni. eşarbın yılın modası oluverir. cübbesini çıkardığında çükü, takkesi düştüğünde keli görünen kim bu ülkede ar etti, utandı ki sen utanacaksın?
ünsüzsen de ünlüysen de unutulur yaptıkların ve sana yapılanlar, yapanlar ya da izleyenler tarafından."
olayın özeti bu işte, hadiseleri kendi çıkarları doğrultusunda halk gözünde meşrulaştıran yahut suçlaştıran medyaya esir olmuşluğumuz. insanların vicdani muhasebesine vakit tanımadan kafalarını ambale ederek kurcalayan, değer yargısı, toplum hukuku, etik, ahlak vs değerlerle dilediği gibi oynayabilen medya.. her gün izlemek zorunda hissettiğimiz televizyonlar, okumadan edemediğimiz gazeteler ve elimiz kolumuz olan internet... daha biz hadiseleri idrak edemeden bizim yerimize kanaat getiren,seçen,itham eden yahut yücelten medya.
Evet,bunun geyiğini daha önce de yapmıştık hem de gülerekten.Ne eski adetler kaldı,ne ahlak kaldı ne de başka birşey. adını modernlik koydu medya bazı şeylerin.sandık ki modern olduk. parmağında oynattı bizi.türkiye de bu kadar insan var hepsi mi kör arkadaş,hepsinin çıkarı mı var bu tarz durumlarda?? ben gerizekalıyım anlamıyorum.
YanıtlaSil