26 Şubat 2011 Cumartesi

diday diday daaaaayhh



Aaah bu şarkıya nasıl da bayılırım. Bilinçli bir şekilde ağladığım zaman,neşeleneyim diye bu şarkıyı dinlerim.Geçen gün akşamın bir saatinde ve karla karışık yağmur yağarken denk geldim.Otobüs kırması arabada sırıta sırıta dinledim.Sonra hayal kurdum.ehueh manyak mıyım neyim, herkesin böyle şarkıları olması dileğiyle.

25 Şubat 2011 Cuma

mimlenmişim ayol!

Lalecim beni mimlemiş. Küçükken ya da ilk okuldayken yaptığınız rezillikler konu da. Bir sürü var.

****
Bir dönem anaokuluna gittim. İlk gün okuldan kaçtığımı hatırlıyorum. Abim de o zaman aynı okulun 2. sınıfındaydı.Direk onların sınıfına girip,"abi hadi gidelim"diye ağladığımı hatırlıyorum.

Sonra yine anaokulundayım.Öğretmen bozması tuvalete gitmeme izin vermemişti,ben de nasıl vermezsin lan diye altıma yapmıştım.Sonra abimi çağırttırıp eve yollamışlardı.Minibüs şoförüde koklayıp minibüse fıs fıs sıkmıştı ha bire.

Anaokulundayken ikindi kahvaltısı gibi bir şey olurdu.Kaynatılmış süt verirlerdi bazen.Tiksiniyorum kaymağından,kokusundan filan.Biliyorlar da tiksindiğimi,inadına içirmeye çalışıyorlardı,içirdiklerinde de kusuyordum. Ama genelde bardağı devirirdim masada,kaza süsü verirdim.Sonra hocalarda bana ceza verirdi,"git köşede ne yaptığını düşün ve arkadaşlarının kahvaltısı bitince masayı toplamaya ablana yardım et" derlerdi.

Sonra annem beni "Polis Amca" kreşine götürdü,iş yeri kampüsünün içindeydi zaten.Orda da öğle uykusu zımbırtısı vardı, hee bir de zorla yumurta yedirirlerdi,bir de ferhunda hanımları izlerdik. Öğle uykusu zamanında içimdeki isyancı ruhla "ben uyumak istemiyorum,zorlarsan herkesi uyandırırım"derdim. Hocada acı biber sürerdi ağzıma,ben de silerdim onu,tüm yüzüme yayılırdı acısı ve ağlardım.Nihayetinde herkesi uyandırırdım.nihahahah

İlkokula geldiğimde hoca her toplantıda benden şikayet ederdi,bu şikayetlerin sonucunda artık veli toplantılarını haber vermez oldum. "kızınız çok konuşuyor ve sınıfta sürekli geziyor." Seyyah olacaktım ben belki ama hep bu baskılar yüzünden kukuman kuşu oldum.

Benim annem babam çalışıyordu.Abimle beraber kalırdık.Haliyle kavga kaçınılmaz oluyordu.Bu ayı,oyun oynuyoruz diye kollarım içinde kalacak şekilde halıya sarardı ve tokat manyağı yapardı.Sonra da derya neden nörotik oldu? Para biriktirirdik beraber, kavga anında ver lan paralarımı diye bozardım ortamı.Sonra hep dayak yiyerek bakkala giderdim.Çok fazla sokağa çıkamazdım ben evde kimse olmadığı için.Balkonda sandalyelere ip bağlayarak ip atlardım.Millet de benle dalga geçerdi.Açın da kıçınıza gülün lan.

Neyse efendim daha niceleri.Güzel günlerdi ama.İçimde bir özlem yok değil.Ben de seni mimliyorum GK.

24 Şubat 2011 Perşembe

Edebiyatçıyım diyorsan,bir önerim var!


Bir kaç edebiyat tutkununun kurduğu bir site hakkında bilgi vermek istiyorum.


Bu sitede -özellikle fantastik/bilim kurgu- bir çok alanda detaylı kitap ve yazar tanıtımı yapılıyor. Sitede adı geçen her kitabın satış linkine kolaylıkla ulaşabilirsiniz.

Site de aynı zamanda,yazarlar kendi yazılarını paylaşıyorlar.Üye olan kullanıcılar bu yazılara yorum yapabiliyor.Hatta ve hatta 10 yorum yapan üyelere hediye kitaplar veriyorlar.Bu kitaplar sitede belirtilmiş.Üstelik sitenin serbest kürsü bölümünde siz de istediğiniz konu hakkında yazılar yazabiliyorsunuz.

Burdaki yazar arkadaşlar bizden birileri, öyle ulaşılmazı oynayan tipler değil. Tarihte oynama olabilir ama 5 Mart'ta Kadıköy'de site üyeleriyle tanışma kıvamında toplantı yapacaklarını belirtmişler. Bu arkadaşlar aynı zamanda bonkörler. Fotokopi de olsa fanzin formatında ücretsiz dergi dağıtıyorlar. Özel olarak seçtikleri yazar tanıtımlarına,röportajlarına ve kitaplara bu dergide geniş yer ayırmışlar.Yani adamlar gönül vermişler be, helal olsun diyorum.

Anlatılacak o kadar çok durum var ki site ile ilgili...Eğer edebiyat ilginizi çekiyorsa, bu site ve gönüllülerinin sizinle paylaşıcakları ya da sizin onlarla paylaşacağınız çok şey var.Bakmakta yarar var diye düşünmekteyim.Şöyle de anlatmışlar kendilerini; "Zamanda ve mekanda; biri Mağrip'te biri Maşrık'ta iki alem vardı: Evelemirde ve Maşrık'ta Gnosticler; bilahare ve Medieval'de Gothicler... İkisinin ortasında, Avalonya adında bir alem kuruldu. Orada biz vardık... Geldik ve yazdık.."


http://avalonedebiyat.com/

sırtımın ortasına kürekle çarpıcam imkan olsa!

Oynatmama az kaldı,doktor stres diyor,daha çok deliriyorum. Son bir kaç yıldır, zaman zaman gelip zaman zaman giden sırt ağrısı çekiyorum. Ama yok böyle bir olay.Böyle vücudumu terk edip suya,sabuna,havaya dönüşme arzusu uyandırıyor bende.Yüz üstü yatıyorum geçmiyor,sırt üstü yatıyorum geçmiyor,deli kemiklerimi çatırdatma isteği,oturduğum yerde bir sağa,bir sola dönüyorum olmuyor.Öyle şerefsiz evladı bir ağrı.

Netten falan bakıyorum,küçükk yaştan beri alılışılagelmiş kambur ve yanlış oturuş pozisyonları, fazla ayakta kalmak, uzun süre düzenli spor yapıp sonra kendini sağlıksız yaşama vurmak gibi nedenlerden dolayı omurlardan bir kaçı eğrilmiş durumda olabilirmiş,sırt kasları güçsüz olabilir ve bu yüzden sürekli üst üste binip birbirlerine yapışıyorlarmış.Kambur olma tehlikesi varmış.Kemik erimesi falan da olabilirmiş.Anneannemde de vardı.Dağ gibi kadın bir damla kalmıştı.Benim gibi süt ve süt ürünlerinden sadece peynir tüketen bir insan evladının sonu böyle olacak ne yazık ki.

Böyle kürek kemiğim sanki içe doğru bir kapanma yaşıyorda,onun ağrısını çekiyorum.Oturduğum yerde kimseye çaktırmadan gerinmeye falan çalışıyorum,kıpır kıpır rahatsız bir halim oluyor.Nefes almakta zorlanıyorum bazen.En kötü yanı tik kazandım,omuzlarımı böyleee mal gibi yukarı çıkartıp bırakıyorum.Neymiş stresmiş,bırak allah aşkına ya. Akaboka stres,psikolojik bilmem ne.Sırtım ağrıyor be,uyuyamıyorum.ühhüm

21 Şubat 2011 Pazartesi

Arap sen içme olum

Trablusgarp Savaşı'nda İtalyanlara karşı başarılı direnişler başlamıştı. Aralarında Mustafa Kemal'in de bulunduğu genç subaylar, yerli Arapları örgütleyerek başarılı bir savunma hattı kurmuşlardı. Balkan Savaşları'nın başlaması nedeniyle bu yetenekli ve genç subaylar İstanbul'a çağrıldı. Bundan sonra, direnme cephesi çöktü ve İtalyanlar Trablusgarp ve Bingazi'yi rahatça ele geçirdiler. Ege denizine de bir filo yollayan İtalya, 12 adayı işgal etti. Libya tümden elimizden çıktı. Bunun üzerine Ouchy (Uşi) kentinde, 15-18 Ekim 1912'de İtalya ile Osmanlı Devleti arasında barış antlaşması imzalandı. Uşi Antlaşmasına göre, Libya İtalya'ya bırakıldı. 12 ada ise, Balkan Savaşları sonunda Osmanlı Devleti'ne geri verilecekti. Ama, İtalyanlar sözlerinde durmadılar ve böylece Ege'deki Türk egemenliği de sarsılmaya başladı.Böylece Osmanlı Devleti Kuzey Afrika'daki son toprak parçasını da kaybetti. İtalya Doğu Akdeniz ve Ege'de önemli bir güç haline geldi. Balkan Savaşı'nı kaybeden Osmanlı Devleti'ne Rodos ve Oniki Adayı geri vermedi. İtalya II.Dünya Savaşı'nı kaybedince Rodos ve Oniki Ada Yunanistan'a verildi.

Kaddafi'nin oğlu demiş ki; "Libya'yı İtalyanlara ve Türklere bırakmayacağız." Sonuna kadar direneceğiz de demişler lakin topuklamışlar. Ben de diyorum ki buradan kendisine " sayın jr. merak etme halk da babana bırakmayacak Libya'yı."


Kaddafi son kullanma tarihi geçen diktatörlerden kurtulma hareketinin sonucunda hem koltuğunu hem de kellesini kaybetme tehlikesi altında. Neden? Artık işe yaramıyorlar, çünkü neoliberal ekonomik politikalar diktatörlere uygun değildir de ondan. Sermaye patronları artık başka patron istemiyorlar devletlerin başında, tüketim alışkanlıklarını modern ekonomik perspektife uyarlayamayan insanlarla dolu bu ülkelerde, özelleştirme ve ucuz yatırım faaliyetleri için daha güvenli bir ortam oluşması gerekiyor. O yüzden Kaddafi gidiyor,yeni ekonomik konjukture adapte olmuş ve aynı amaca hizmet veren Türk ve İtalyan sermayesi geliyor yerine. Ve yarından itibaren, uydu anten satışları tavan yapıyor Libya'da, hayatlarının nasıl çalındığını görmemesi için parlak şeylere bakmasını sağlamalı insanların. Artık korkacakları Kaddafi yok, üzerlerine kurşun sıkacak, onları durduracak.

Bu laf üzerine de Libya'daki Türkler ve İtalyanlar açık hedef haline geldi. Daha bir ay önce Erdoğan'a Kaddafi ödülü ver, bacın Ayşe'nin Berlusconi ile beraber olduğu iddası gündemi çalkalasın sen çık ülkeyi Türkler'e ve İtalyanlara bırakmayacağız de.Bir gece ansızın 82 Trablus, 83 Bingazi, 84 Misurata.

Bülentcim ayıp yapmışsın ama!


Biraz da magazin haberleri ve halimiz efenim.

Bülent Ersoy Kıbrıs Girne'de bir çantacıya Hermes ve Dior marka (ilk kez duydum he) çakma çantalar yaptırmış ve 16500 Tl lik borcunu ödememiş efendim.Daha önceki yıllarda da 3500 Tl'ye valiz yaptırmış ve yine borcunu ödememiş. Artık burasına gelen satıcı magazin haberlerine Bülentciğimi afişe etmiş.Kıçına don giymeyi unutan ünlü ses sanatçımız,tabi ki de bunu da unuttuğunu belirtmiş.

Bu çantalara kuş mu kondurmuşlar,kanatlanıp uçuyorlar mı oğlum,nedir bunun numarası da araba değerinde? Benim 50 Tl'nin üzerinde 3 tane çantam oldu.Biri valiz,55 TL.Diğer ikisi Puma marka çanta,ikisi aynı ürün sadece renkleri değişik ve birini abim doğum günümde almıştı,diğeri de bir arkadaşımın abisi ona almış,o da rengini beğenmemiş bana hediye etmişti.

Ayrıyeten ben de bir kere çakma çanta aldım İzmit Sosyete Pazarından ama 10 Tl. Hani çingene balı bol bulunca orasına burasına sürermiş,bunların ki sanırım o hesap. Gerçi empati yapsak; "bana diva diyorlar,belli bir "ağırlığım" var,beynimden büyük taktığım takılara çeşit çeşit çanta gerek,ucuz insan değilim,param var,neden saç mıyorum". Parasını öde bari Bülentcim.Nerde beleş oraya yerleş yok.

Bu tür haberler sayesinde dağa çıkıp,yol kesebilirim. İleri görüşlülüğümle şöyle bir hayal ediyorum kendimi;" ehhee merhaba ben eşkiyayımda,yol kestik,bana tüm paranızı ve kıymetli eşyalarını vermek zorundasınız,yoksa size zarar verebilirim,teşekkürler,ehhe".Heralde adam arabasıyla üzerimden geçerken hiç korku duymaz. Neyse..Bizde bilirdik milyarlara çanta almasını,lakin aç idik yedik çanta parasını.

19 Şubat 2011 Cumartesi

bir ferahlama

Bugün hayatımdan bir çok kişiyi çıkardım. Gerçi ne kadar hayatımın içerilerindeydi çoğu tartışılır.

Kısa bir dönemdir arayış içerisindeyim.Tam evet,buldum yolumu derken alışkanlıklarım önümü tıkıyordu,takılıp kalıyordum bazı şeylere,bazı insanlara. Önce benim için büyük sayılacak film ve müzik arşivimi sildim.Üzüldüm,geri getirmek için çabaladım. Sonra facebookdu,twiterdı,msndi onları sildim.Artık bilgisayarı açtığımda belki bi süre boşluğa kapılıyorum ama daha iyi.Blogumu da çok kişinin okuyacağını sanmıyorum.Önceden bir şey yazınca facebooka koyardım,artık oda yok.Bizbizeyiz yani.

Depresif hareketler deniyormuş benim bu yaptığıma.Bilakis süperim.Bazı kişilerin taleplerine istedikleri yanıtı vermediğim zaman ki bunu her yöne çekilebilir,bana davranış şekiller beni rahatsız etti.Burda lafım bir kaç kişiye sadece.Hasta,problemli yaftası yedim.O zamanlar olayın sıcaklığıyla bir şey hissetmedim belki ama zaman geçince anladım kırıldım.Bir süre hiç bir şekilde iletişime geçmemek ve varlıklarını hissetmemek benim için en iyisi.

14 Şubat 2011 Pazartesi

bugünkü ruh halim


aaah ahh,hani böyle sabır eşiği diye bir kavram varya,hah işte o ben de bu sıralar çok zorlanıyor. hee evet öyle diye geçiştirdiğim şeyleri artık "konuşma len artiiz" diye yanıtlıyorum.artık gezegenlerin hareketlerinden midir,yediğim bir şey mi dokundu,hormonal mi yoksa genetik mi bilemiyorum ama asabiyim bu sıralar, deli yürek bakışı atıyorum herkese.hatta ve hatta istiyorum ki sinirlendiğim zaman wolverine gibi ellerimden çatallar çıksın,bağırsaklarını dökeyim ortaya.o derece.

***
herkes mi iyi,melek olur arkadaş.. kime sorsam bana haksızlık yapıldı,ben içime atıyorum,hep karşımdakini düşünüyorum,lafımı söylemeden önce düşünüyorum ki karşımdakine zarar vermiyeyim,herkese yardım ederim,etc... kusura bakma ama hepimiz bu şekil düşündüğümüz için kendimize toz kondurmuyoruz,hepimiz mağduruz. ama ben öyle miyim; ben hayvan gibi sinirleniyorum,sen papatya gibi kırılıyorsun.bok ye bok.

***
bir takım arkadaşlarım var ki tanıdık olarak adlandırmak daha doğru olur benim için. arada beni yokluyorlar ne haldeyim diye. "aaa deryacım naber,ne yaptın,iş buldun mu, gittin o okulu yazdın o kadar puana,bölümden çok mezun var etc..." lan it, sen kendine bak,kendi derdine yan,hala 3'ün 5'in hesabındasın.ayrı kulvarlardayız,bit kadarsın gözümde ama midemi bulandırıyorsun.

sonuç olarak insanlığın çoğuna hiç bir zaman popülerliğini yitirmemiş o hareketi çekmek istiyorum,geri kalanına da sevgi,saygı ve öpücüklerimi yolluyorum. ve evet, bu sıralar hızlı ve öfkeliyim,hiç beklemediğiniz bir cevabı verebilirim.hani six feet under'da david fisher babası öldüğünde karşısına geçip boş boş konuşan insanlara böğürüyordu,neyim eksik, ben de yaparım.

13 Şubat 2011 Pazar

başaracaklar




icimdekiler:

bazı fotoğraflara bakarken içimden ağlamak geliyor. acıklı, iç parçalayıcı bir görüntü sunması şart değil.
örneğin bu fotoğraf: baba, anne, iki sarı kafalı çocuk. eski bir yatakta uyuyorlar. çocuklar iki yanda. çünkü ortada yatarlarsa rahat hareket edemezler. belli ki çok yoksullar. ama yoksun değiller.
o çocuklar büyüyecek. o çocuklar büyüyecek. ve kim bilir nasıl hayatları olacak. bana öyle geliyor ki, başaracaklar.
ö.y.

12 Şubat 2011 Cumartesi

gidicem buralardan


Hayat diye yaşanılan platform oyunun, komplike bir kurallara uyma, geleneklere uyma, faturaları yatırma, insanlara katlanma, ve her gün aynı şeyleri şaşmaz bir sırayla yapma çokgenine sıkışmış bulunmasıyla insanın içine girdiği ruh hali çok acıklı oluyor.Uzun süredir, başkalarının ne zaman götünden uydurduğunu bilmediğim kuralları yaşamaktan, plastik kartların faturasını ay sonunda kağıtlarla ödemekten, ve bu kağıtları birisi bana versin diye günlerimi, gözlerimi, iskelet sistemimi, beynimi ve zamanımı ipotek etmekten gerçekten fenalık geldi. Kısıtlı tatillerimde, yıllardır dünyayı gezen adamların arkasına bakıp kendi hayatıma küfretmekten, bir tarihi esere saatlerce bakarken gözleri mutlulukla dolan turistlerin yanından zaman kaygısıyla hızla geçip gitmekten, ve sürekli bir sonraki ayı düşünmekten şimdilerim anlamsızlaştı. 60 yaşında tüm kurallara uyup, gönlünce yaşamayanlara kanat mı takıyorlar nedir anlamıyorum ki.

Likya yolununun kara ormanları'nda elimde sopayla yürümek, ve zamanı günlere, saatlere ve dakikalara bölüp paramparça etmekten ziyade olduğu gibi yaşamak artık çok mu fantastik bir düşünce sadece bilgisayarda yaşanan onu da anlamıyorum. Yaşıtlarım yaz aylarında gömlek kravat ya da döpiyes giyip, geleneklere bağlı kalarak kız isterken ya da istenirken, düğünlerde halay çekerken, sorumluluk alıp küçük enişteler,yengeler gibi dolaşırken, ben neden sürekli kimsenin olmadığı sisli yollarda yürümek ve gün doğarken fotoğraf çekmek istiyorum anlamıyorum.

10 Şubat 2011 Perşembe

başlıksız

Ekşi Sözlük'te Defne Joy Foster başlığı altında yazılmış,beğendiğim ve ülkemizin bir gerçeğini başından geçmiş acı bir olayla anlattığı "mucize" nickli kişinin entrysini paylaşmak istedim.

aslında yazmak istemedim. ama okuduklarım, günlerdir yaşananlar, nalına da mıhına da vuran gürüh -hangisi artık bilemedim- içimi şişirdi ve birkaç satır da olsa yazmak gerekti.

***
üniversite birinci sınıf öğrencisiydim daha. ilkokuldan beri derdim doktor olmaktı. babam yapma dedi ama dinlemedim. insanları "iyi" etmekten daha çok istediğim bir şey yoktu çünkü. onların beni ne kadar "kötü" edebilecekleri ile ilgili pek bir fikrim yoktu ama o zamanlar. nasıl olacaktı ki? daha on yedi, on yedi, on yediydim.

sınıf arkadaşlarımın her biri bir yerden gelmişti. bense yaşadığım şehirde okuyordum. ama o kadar beceriksizdim ki, her işi annem babam benim için yaptığından, bir fatura yatırmayı bile bilmiyordum. güya biraz hayatı öğreneyim diye yalvar yakar, binbir yalan yurda yazdırttım kendimi. babam öğretmen, yemedi tabii "yol uzun, ders çalışacak vakit kalmıyor, yetişemiyorum, vapurda üşüyorum" yalanlarını ama yer göründü.

yurtta su akmaz, odalar on iki kişilik, berbat ama kimin umurunda. mutluydum, bir sürü arkadaşım vardı. hepsi dünya iyisi, ne isteseler yapıyordum. saflığımdan faydalanıyorlardı görüyordum ama koymuyordu, seviyorumdum hepsini.

bir arkadaşım vardı, hem sınıftan hem yurttan, adı müge. çok şeker, bursa'lı. babası doktor. harçlığı bizden çok yani. kandilde oruç tutmak ister bir grup mesela; müge "beni de kaldırın sahura" derdi. bilmezdi oruç tutmayı ama... ailesi pek bir din eğitimi vermemişti belli ki. ama olsun müge istiyordu. müge mutlu oluyordu. aşkamına köprü altında rakıyla oruç açtırıyorlardı müge'ye. hayır diyemiyordu. o arkadaşlarını da seviyordu çünkü. zaten oruç tutmayı da sevdiği diğerleriyle bir şey paylaşmak için istiyordu. o kadar sevgi doluydu ki, o kadar temizdi ki, kalbi, bedeni...

ikinci sınıfa geçince yurttan ayrıldı müge. sebep? iki uyanık kız arkadaşı bundaki parayı da görünce eve çıkalım dedi, o da kabul etti.

bundan sonrası dün gibi aklımda. o yüzden şimdiki zamanda anlatılacak:

derken... müge okula devamsızlık yapıyor, anatomi'den yirmi üç alıyoruz ikimiz birden. müge diyorum, artık sıkı tutuyoruz, adam gibi çalışacağız. o da üzülmüş. evet diyor lay lay yok. hepimiz zaten liseden falan süperiz, alışık değiliz öyle kırık nota falan. hayal kırıklığına da, hayat kırıklığına da alışacağız ama, bunlar ne ki?

birkaç gün sonra ev arkadaşları geliyor okula. müge mide kanaması geçirdi, reanimasyonda yatıyor. acil kan lazım diye. bırakıyorum işi gücü, müge'ye kan bulmaya çalışıyorum bütün gün. anneme anlatıyorum. ertesi gün cumartesi. okula gitmeme izin yok ama müge için gidiyorum. kapıda duyduklarımdan huylanıyorum ama ertesi gün bir gazetede sekiz sütuna manşet yazılanlarla yıkılacağımı bilmiyorum:

çapada kürtaj skandalı!

üst kat komşum gazete elinde anneme geliyor. kızının arkadaşı "bu işte" diyor. biz senin kızını biliyoruz. "ordunun içine girse sağlam çıkar diyor. ordu ne? sağlam ne? ne diyorsunuz siz? bir insan gencecik yaşında ölüm döşeğinde! siz neden bahsediyorsunuz?
okula koşuyorum.

öğrendiklerim kandırılmışlığımla birlikte allak bullak ediyor beni:

cerrahpaşa tıptan bir çocukla çıkıyor müge. seviyorlar birbirlerini. ne yaşadıklarını sorgulamak bana düşmez. ama biliyorum müge de seviyor onu. hatta evlenmekten bahsediyorlardı. erkendi bunu düşünmek için. neyse... çocukça bir hata yapıyorlar. korunmayı beceremiyorlar. müge panik içinde. fakültenin başasistanına yalvar yakar kürtaj yaptırıyorlar. olacak ya! parça kalıyor, geç kalınıyor... septisemi vs...
müge ölüm düşeğinde. ailesi gelmiş, perişan... manşetler devam ediyor: şu evin okla işaretlenmiş şu odasında kolasına ilaç attı. kendinden geçen kıza şunu şunu yaptı.
annesi ağlıyor; ne yapmış olursa olsun o benim evladım. bir yaşasın, bir hayata dösün geçecek bunların hepsi. ama bu yazılanlar beni çok üzüyor evladım diyor.

susmuyorlar. yalan yalan üstüne. yetmiyor. başka yerlere sıçrıyor mevzu. toplumsal değer yargılarımız, üniversiteli kızların orospu oluşu, anadolu'dan gelenleri kandıran artist mafyası... nalına mıhına vuruyorlar durmadan.

***
ne mi oldu: müge öldü! yani bunlar olurken öldü gencecik bir insan. ama öldürmeler daha yeni başlıyordu. bu neydi ki daha...
***
okula geliyor ellerinde fotoğraf makinası olan birsürü muhabir müsveddesi. gözü bantlı fotoğraflarımız çıkıyor gazetede. annem bana ağlıyor, ben anlayamadığım dehşete düştüğüm linç girişimlerine. "iyi" etmeyi öğrenmek üzere gittiğim okuldaki kötülüğe.
sözümona ulvi bir meslek sahibi olacağım o yerde, diğer öğrenciler parmaklarıyla beni işaret ediyor; bu da orospu, "o"nun arkadaşı, diyorlar. yurda gidiyorum, müdire hanım "seni artık burda istemiyorum" diyor. babama gidiyorum "beni yurttan da okuldan da al" diye yalvarıyorum. hayır diyor, adam gibi okuyacaksın! aklını başına alacaksın! bunlarla başa çıkacaksın. okulu bırakırsan evden dışarı adım attırmam tehditleri savuruyor. o zaman anlamıyorum çaresizlikten savurduğu yalanları.

hatta yıllar sonra öğreniyorum, bizlere sahip çıkıp annelik etmekle görevli yurt müdürünün babamı çağırıp "bu kız burdan alacaksınız, istemiyorum. zaten çok makyaj yapıyor, kimbilir okuldan sonra nerelere gidiyor. buranın adını batrımasına izin vermem" dediğini. oysa beni biliyor; babam üç kuruşla beni okutuyor diye gündüz vakti bile boş kalsam, tek başıma yurttaki yatağımın üstünde ders çalışıyorum. haa! gezsem ayıp mı? makyaj yapana orospu mu denir? şimdi yapmıyorum, daha mı namusluyum o yaşmdakine göre? merak etmiyorsanız da söyleyeyim: kesinlikle değilim!

şimdi düşünüyorum da babam cahil bir adam olsa beni okuldan alsa bugün nerde ve nasıl olurdum. ya da babam beni çekip vursa bunca dolduruşa gelip, herkes ona alkış tutsa namussuz müge'nin arkadaşı namussuz kızını gebertip namusunu kurtardı diye, ne olurdu? yani yurt müdürü üzülür müydü mesela? bence hayır! hatta yüzümü hatırlayacağını bile sanmam bir hafta, bilemedin bir ay sonra.

bitmedi! müge'nin abisi odtü'de okul birinciliğine koştuğu okulun dördüncü sınıfından ayrıldı diye duyduk sonra. aileden biri daha yaşarken öldürülmüştü yani. babası muayenehanesini kapattı, ailesi bursa'dan taşınmak zorunda kaldı. (iki ölü daha...)
sevgilisi okulu bıraktı. bir yıl sonra bitireceği okulu. (artı bir daha...)
baş asistanın asistanlığını yaktılar, okuldan attılar. (artı... )

peki gerçek orospulara ne oldu bu arada dersiniz? deveyi hamuduyla yuttular, sınıf geçmek için hocalarla, asistanlarla uygunsuz ilişkiler yaşadılar, parayla sahte karneler yazdırdılar... okul bitti, herkes yoluna gitti vs.


ben o günden sonra gazete okumamaya karar verdim. şöyle bir manşetlere bakarım, bir iki köşe okurum hepsi o.

nerdeyse yirmi beş yıl oldu. babam hala bilmez müge'nin annesi üzülmesin diye gazeteyi basmaya gittiğimi. güvenlik görevlisinin beni silahla tehdit ettiğini. genel yayın yönetmenine "yalan söylemekle eline ne geçecek?" diye sorduğum anda daha, eline ne geçtiğini gözlerinde görüp dehşete düştüğümü...

***
ne öğrendim peki?

her şey unutuluyor zamanla. kimse hiçbir şey hatırlamıyor bir süre sonra. yeter ki sana bi'şey olmasın!

neticede bir ayıbın varsa da yoksa da bir süreliğine oynayacaklar buldukları malzemeyle. kaçamayacaksın! ha bi' bok yiyeceksen gizli kapaklı yemeye çalış bokunu. ortaya mı çıktı. boşver! bu ülkede kimlerin seks kasetleri düştü internete, iki gün sonra unutacak herkes nasılsa. evli değilsen, "kim evlenir lan bu karıyla" diyenlerin hepsi kuyruğa girer kapında, görürsün bak... anne olur bebek bezi reklamına bile çıkarsın! o zaman ahlak kumkuması kesilen yazar-çizer, televizyoncu camiası sana aile programı, köşe yazısı teklifleriyle gelir üzülme.
geçer gider yani... gün olur işine gelir kapanırsın, kadınlar alkışlar seni. eşarbın yılın modası oluverir. cübbesini çıkardığında çükü, takkesi düştüğünde keli görünen kim bu ülkede ar etti, utandı ki sen utanacaksın?
ünsüzsen de ünlüysen de unutulur yaptıkların ve sana yapılanlar, yapanlar ya da izleyenler tarafından.

yeter ki sana bi'şey olmasın... yeter ki ölme!


***
velhasıl müge öldü. yazanlar, çizenler, çanak tutanlar, dedikodu yapanlar bir hafta sonra unuttu gitti. ama öldürdükleri bizler hala her şeyi hatırlıyoruz.
***
defne öldü. yazanlar, çizenler, çanak tutanlar unutacak birkaç güne kadar. ama öldürdükleri unutmayacak.

aslında hakkında hiçbir şey bilmediğimiz insanlar için ne kadar da kolay atıp tutmak. kul kınadığını görmeden ölmezmiş.

peki yazıp çizerken vicdan süzgecini es geçenler! sahi insanlığınızı en son nerde bıraktınız?
bin beterini yaşayın bok sürüleri! sizin de arkanızdan bilip bilmeden atıp tutsunlar. savcı, adli tabip, polis susarken, daha hiçbir şey kesinlik kazanmamışken tıpkı sizin gibi dolu/boş konuşsun herkes.
canınız gerçekten yansın. ama isyanınızı kimse duymasın. duyurmaya gücünüz olmayacak ya zaten... ama olsa da duymayacaklar, tıpkı sizin duymadığınız gibi.

bazen inancımı sorgulatıyorsunuz bana. düşünüyorum; allah bile kurtları değil de kuzuları kurban etmemizi isterken size haksızlık mı ediyorum? masum musunuz gerçekten?

8 Şubat 2011 Salı

ahbabım


Bir arkadaşım daha..Pınar..

Burcu sayesinde tanıştık,sonra da Burcu bizi ayırmaya çalıştı.Telefonda bile çok samimi olmayın,yan yana oturmayın,sizi ben tanıştırdım diye şakadan kıskançlık yapardı ki hala yapar.Hatta bir yılbaşında dilek dilemişti,ayrılsınlar diye. Ve tuttu. Ben çok pis satış yaptım ona.Değmeyecek biri için onu bıraktım.Pişman mıyım? Evet.

Küs olduğumuz zamanlarda Burcu'ya sorardım;"Pınar napıyor ve iyi mi,beni soruyor mu?". Öğrendim ki o da beni sorarmış. Bir gün yine Burcu'ya sorduğumda kızdı;"Ne bu be,yeni ayrılmış sevgili misiniz?,git kendin sor nasılmış iyiy miymiş diye."Eski dosttan düşman olmaz.Dostluğu 'gerçek'ten paylaşmışsanız, emeğinizi esirgemediyseniz, bir şekilde eski olmuş olsalar da, bir gün günlüklerini karıştırırken en taze duygularla içlerinde hissederler sizi. Ve her şeyin aslına döndüğü gibi, bi ses çıkar telefondan ve dönerler geri. Ben de gittim kendim sordum o gün.Ama önce Burcu'ya arattım,"ara sor bakalım odasında mıymış?". Kahve yaptım 2 tane,aldım bardakları çıktım odasına.Her zamanki gibi kapı kitli değil,rahatlıkla girdim kahveleri döke döke.Kızııııım o gün çok komikti,düşün bak,gözünün önüne getirmeye çalış. İki tane birbirine bakan insan,konuşma yok,sadece sırıtış.
-Pınar naber?
-iyi,sen nasılsın?
-Ben de iyiyim.. özledin mi lan beni?
-özledim,gel lan buraya
Konuşmadan da anlaşılacağı üzerine,biz yanyana gelince çok kibar oluyoruz.23 Nisan 2008'de Çengelköy'e kahvaltıya gitmiştik.Dönüşte,otobüste "kadının biri" bana laf atmıştı.Bir baktım Pınar birine saydırıyor,ben saf genç kızın hiç birşeyden haberi yok,otobüsten inene kadar kadına etmediği lafı bırakmadı.Lafını esirgemez,öyle bir çarpar ki kendine zor gelirsin.Hem bana çarpar,hem başkasına.Kadıköy'e gidip gezip çeşitli mağazaları zengin eder,sonra birbirimize bakardık parasız bir halde.Karfura gidip alış veriş yapıp,iki torba şey neden bu kadar tuttu diye oturup hesap yapardık.Odamızda yemek yapar,törenle yerdik.Ardından film izlerdik.Beraber Pınar'ın odasını toplardık.Pınaaar bana oje sür diye taciz ederdim.Bana göre gereksiz bişey alacağı zaman "ben sana evde yaparım"diyerekten aldırmazdım.Şu an ona şarap ve prefotöröl sözüm var.Moralman en kötü zamanımda,doğum günümde beş parasız olduğu zamanda,Kadıköy'de doğum günü yapmıştı.Balık yedirdi bana,çok güzeldi herşey.

Pınar öyle bir arkadaş ki benim için,birbirimize karşı hem çok sert olabiliyoruz,hem de çok anlayışlı.Eleştirdik mi tam eleştiriyoruz,sevdik mi de bokunu çıkarıyoruz.Günün her saatinde bana açık olan,sıkıştırdığım, saçmaladığım, ağladığım, yalvardığım, sevgimi ilan ettiğim, şımart beni demeden gönlümü okşayarak şımartıp, içimdeki ufaklıkla arkadaş olup, tüm bunları yaparken off demeyen, tahammül, sıcak bir gülümsemeye sahip, beni ilk gördüğünde gözlerinin içi gülen, satmayan, maddi sömürülerden uzak, hayallerimi paylaşan biri işte.

Arkadaştan öte,arkadaştan farklı,arkadaştan yakın..İstemesem bile hayatı benimle paylaşır.Belki her gün aramaz ama eminim merak eder.Sessizliği bile paylaşır benimle. Ve bir gün kırılırsa bana,gücenirse gözlerinde ki imalı,kırgın bakış kalbimde yer eder.Bir gün zor durumda olursam,her şey katlanılmaz gelirse biliyorum ki elleri bana uzanır,ban yetişir,ben de gider onun yanında salya sümük ağlar,ona buna beraber küfür ederiz.

Bana odun dersin,ki öyleyim konuşurken.Ama seni seviyorum,odun da sensin balım.

7 Şubat 2011 Pazartesi

her şehir farklı dediler de ben inanmadım!!


Efenim, içimdeki okuma aşkının bitmemesi ve iş verenlerle anlaşamamamla birlikte gelen isyanın dürtmesiyle yüksek lisansa başlamış oldum Sakarya Üniversitesi'nde.Bugün ilk günüydü ama bambaşkaymışsın sen Sakarya.

Sabah 8.30'da durakta olacak şekilde evden çıktım.Durakta bekliyorum,bir tane mi araba geçmez arkadaş? Dedim bende mi problem var acaba,hemen abime arayıp sordum "neye benzer bu Sakarya arabaları?"şeklinde.Sonra gördüm bir tane,beni almadı arabaya.Neden? Çünkü oturacak yer yok.Neden? Çünkü yanımda polis arabası var.Yarım saati geçkin bir süre araba bekledikten sonra birine bindim. Raconu bilmiyorum tabii,çıkardım şoföre parayı uzattım.Adam döndü baktı,"ilerde muavini alıcaz,parayı ona ver."dedi.Böyle durumlarda çok utanıyorum ya,millet dönüp bakıyor bön bön.Ne var yani siz biliyormuydunuz da bindiniz,öğreniyorum.Terminalde in ,ordan kampüs minibüsleri kalkıyor ona bin demişlerdi bana,ama hiç de öyle değilmiş.Terminalden bir durak önce inmem gerekiyormuş.Şoför de üzüldü bana."Sabah erken dersin olursa arabalar kampüse çıkıyor,şu numarayı ara,başkanımızın numarası,saatleri öğren."Tamamdır reis dedim.

Neyse geldim okula,derslik arıyorum.Önce enstitüye gittim,ordan fakülteye gönderdiler.Fakülteyi görmeniz lazım.Yeditepe'nin mühendilik binasıyla güzel sanatlar binasının birleşimi.O kadar büyük.Deli danalar gibi bir oraya gidiyorum bir buraya gidiyorum,yok bulamıyorum.Sekreterliği buldum.Orası başka yere gönderdi.Başka yere sordum,orası da hocanın odasına git dedi.Hocanın odasına gittim,dersi orda yapıyor.4 kişi oturmuş karşısına kurbanlık koyun misali..Bir de ben 5. Konuştuk ettik,bir kaynak verdi 19 sayfadan oluşuyor ve "arkadaşlar bunları okumanızı istiyorum,makale listesi de hazırlıyorum,onlara da bakarsınız bir ara."dedi.Duyduğuma göre hoca çok cinsmiş.Ama ya beni sevdi ya da yılda bir gün olan süper saatini yakaladım.Ben irregular öğrenci olduğum için ikinci dönem derslerini alıyormuşum.Derslerden önce ya da sonra benim yanıma uğra,eksik olduğun noktaları bulalım dedi.Kendisi danışmanım oluyor aynı zamanda.Bir de ne zaman iyi günler desem hayırlı günler diye beni düzeltiyor.Mesajı aldım hocam.Bu arada lisans öğrencileri çok şımarık,ukala ve aşırı özgüvenli geldi gözüme.Görücem ben sizi canlarım.

Eve dönüşümse ayrı bir komedi.Yön bulma kabiliyetim sıfırın altında eksi oniki.On dakika dolmuş bekledikten sonra,kapıya yürüyeyim bari dedim.Bir de ne göreyim yanlış yerde bekliyormuşum.İlk gelene bindim.Benle beraber 3 bayan daha bindi,kapalılar.Oturacak yer var ama oturmuyorlar.Biri ayakta kaldı,minibüs şoförü de kendini michael Schumacher sandığı için manyak gibi gidiyor.Sonradan parçaları birleştirince anladım ki,boş olan koltukların yanında erkek oturduğu için oturmuyor.Ben de kıza yer verdim,düşmesin diye.Ben otururum oraya siz böyle gelin dedim.İnsan teşekkür eder,tebessüm eder.Yok,odun.Sonra bir kız bindi,ortaokul 6.sınıf öğrenciymiş.Muhabbete başladı."abla adın ne,okuyor musun,aaa ne güzel keşke bende üniversite de olsam,ben bilgi üniversitesine gitmek istiyorum,adını feriha koydum dizisini izliyor musun,ha iş te o orda çekiliyormuş ondan orayı istiyorum.".. Sonra dedi ki;"abla sen bilirsin çarşıya geldik mi?",valla bilmiyorum gelmişizdir heralde dedim."Kandırmıyorsun değil mi abla?"Evet aslında ben senin gibi küçük kızlara ilaçlı şeker vererek,tipine göre organ mafyasına ya da fuhuş mafyasına satıyorum."Nereye gideceksin sen,şoföre sor."." he hehe bilmiyorum ki." Bu da iyiydi yani.

Terminali geçmiyim diye şoföre sordum,daha var mı diye."Abla,sen çok yanlış gelmişsin,lojman arabasına binecektin.Ben doğu yakasına gidiyorum.".Vaaay dedim bee Sakarya'ya bak east coast,wert coast diye ayrılmış.Rapçileri de vardır,birbirleriyle dalaşıyorlardır diye düşündüm.Bir New York,bir Philadelphia,bir Boston,bir Washington DC,bir Virginia Beach bir de Sakarya.Sakaryalı gençlerin elinden tutan olsaydı East coast hip hop grubu çıkıp Gramy ödülü alan olmaz mıydı? Harcadılar gençleri.

Bana her şehir farklıdır demişlerdi,ayak uydurman zordur falan diye gevelemişlerdi.Ben de ne alakası var,her yer aynı demiştim. Değil ya değil.İzmit süper bir yer.Öperim.

4 Şubat 2011 Cuma

sevgilim bana ne alırdın?


sevgiler günü'nün başlangıç tarihi eski roma imparatorluğu zamanına uzanıyor. eski roma'da 14 şubat günü bütün roma halkı için önemli bir gündü. çünkü bu günde roma tanrı ve tanrıçalarının kraliçesi olan juno'ya duyulan saygıdan ötürü tatil yapılırdı. juno ayrıca roma halkı tarafından kadınlık ve evlilik tanrıçası olarak da biliniyordu. bu günü takip eden 15 şubat gününde ise lupercalia bayramı başlıyordu.

bu bayram halkın genç nüfusu için büyük önem taşıyordu. bunun nedeni ise yaşantıları kesin kurullar ile sınırlandırılmış, bunun doğal sonucu olarak bir birliktelik yaşama şansı olmayan bu gençler sadece bu bayram süresince bile olsa birbirlerinin partneri oluyorlardı. hangi genç bayanın hangi genç erkek ile bir çift oluşturacağı eski bir gelenek olan ve lupercalia bayramı'nın arife günü yapılan bir çekiliş ile belli oluyordu. romalı genç kızlar isimlerini küçük kağıt parçalarının üzerine yazıp bir kavanoza koyuyorlardı. genç romalı erkkeler ise kavanozdan bu kağıtları çekerek üzerinde hangi kızın ismi yazıyorsa o kızla bayram eğlenceleri boyunca beraber oluyorlardı. bu birliktelikler birbirine aşık olan çiftler için bayram süresinin dışına taşıp genellikle evlilikle sonlanıyordu.

imparator 2. claudius, roma'yı kendi katı kuralları ile zalimce yöneten bir hükümdardı. onun için en büyük problem ordusunda savaşacak asker bulamamaktı. ona göre bu durumun tek sebebi romalı erkeklerin aşklarını ve ailelerini bırakmak istememeleriydi. işte bu yüzden roma'daki tüm nişan ve evlilikleri kaldırdı. aziz valentine de claudius'un hükümdarlığı zamanında roma'da yaşayan bir papazdı. kendisi gibi papaz olan aziz marius ile birlikte claudius'un yasağına rağmen gizlice çiftleri evlendirmeye devam etti. ancak imparator bu durumu bir süre sonra öğrendi. aziz valentine insanları evlendirmeye devam ettiği için tutuklandı ve yaptıklarının cezası olarak sopa ile dövülerek öldürüldü. milattan sonra 270 yılının 14 şubatı hristiyan şehitliğine gömüldü.

aynı zamanlarda roma'daki putperestler, şubat ayı içinde kutlanan lupercalia bayramı'nı kendi putperest tanrıları için kutluyorlardı. bayram öncesi yapılan geleneksel çekilişi ise seromoniye bağlı kalarak kendileri için uygulamaya başladılar. hristiyan kilisesi'nin ilk kurulduğu yıllarda hizmet veren papazlar bu törenlerin, özellikle de evlenmemiş gençlerin putperestler ile birlikte anılmasından rahatsız oldukları için bir çözüm buldular. bu gençlerin isimlerinin azizlerle birlikte anılmasını istedikleri için lupercalia bayramı'nın başladığı günü aziz valentine günü olarak kutlamaya başladılar. o gün bugündür her yılın 14 şubat'i sevgililer günü olarak kutlanmaya devam ediyor ve yeryüzünde kadın ve erkek beraber olduğu sürece de kutlammaya devam edecek gibi.

saint valentine ve sevgililer günü
milattan sonra ilk yüzyıllardan beri her yıl şubat ayının ondördünde kutlanan sevgililer günü'nün başlangıcı ile ilgili o günden günümüze kadar gelmiş çeşitli efsane ve hikayeler var. bazı kaynaklara göre bu özel günün kutlanma sebebi hristiyanlığı seçtiği ve bu inancından vazgeçmediği için öldürülen romalı aziz valentine. 14 şubat 270 yılında ölen valentine'nin ölüm günü o günden sonra sevgililer günü olarak kutlanmaya başlanmış. efsanenin başka bir yönü ise aziz valentine'nin imparator claudius hükümdarlığı ile aynı dönemde bir tapınakta papaz olarak hizmet vermesi ile ilgili. claudius valentine'i emirlerine uymadığı ve kendisine başkaldırdığı için tutuklatıp öldürdü. bu olaydan 226 yıl sonra 496'da papa gelasius aziz valentine'i onurlandırmak için şubat 14'ü aziz valentine günü olarak belirlemiştir.

yıllar geçtikçe yavaş yavaş şubat 14 sevgililerin, aşıkların birbirlerine aşk mesajları yolladığı bir gün haline geldi. bununla pararel olarak aziz valentine de bütün sevenlerin koruyucu azizi haline gelip böyle anılmaya başlandı. sevgililer günü, 1800 yıllardan sonra amerika'da esther howland'ın ilk sevgililer günü kartını yollamasından bu yana günümüzde daha çok sayıda insanın kutladığı toplumsal bir olay haline geldi. bunun doğal sonucu olarak olayın ticari yönü çok gelişti. neredeyse herkes her yıl 14 şubat'ta sevgililerine veya eşlerine bu günün ruhu ile bütünleşen, karşı tarafa sevgilerini anlatan hediyeler veriyor. bu hediyelerin başında ise sade ama bir o kadar anlamlı çiçekler geliyor. sevginizi alacağanız çikolata veya yollayacağınız bir kart ile de anlatmanız mümkün. kısacası bu özel günde yanınızda gerçekten sevdiğiniz birisinin olması ve sevginizin karşılığının olduğunu bilmek herhalde hepsinden çok ama çok daha önemli.

bana nacizane fikrim sorulur ise,sevgililerin "bakınıs biz de tüketim çılgınlığının bir parçasıyıs, birbirimise hediyeler alıyos, milleti zengin ediyos, allahım ne mutluyus" modunda gezindikleri, sevgilisi olmayanların "seneye mutlaka benim de olacak bi tane" diye gaz oldukları veya "allahım ne kadar mesudum ne birine hediye almam gerekiyor ne de şu salak tipler gibi sarmaş dolaş gezinmek zorundayım" şeklinde kendilerini kandırdıkları olmasa da olur gündür.He gerçi,yalnızlığa mahkum abazanın "tüketim abi kapitalist tuzağı" söylemine maruz kalan da bir gün.aynı şekilde bir ihtimal daha var diyerek yılbaşında zıvanadan çıkan abazan kitleyi kapitalist günü söylemini benzeri her günde tekrarlamaya davet ediyorum.

ps:fotoğraf,sevgililer günü katliamı adlı filme ait.ben de o gün oturup bu filmi izlemeyi düşünüyorum.ne kadar anlam yüklü değil mi?

2 Şubat 2011 Çarşamba

Doğu'nun Kızı


Benazir Bhutto’nun hayatını okuyorum şu sıralar.Fikrimi beyan etmek istedim.
1953 Karaçi doğumlu , Oxford mezunu, 1979'da babası idam edildi,yıllarca hapis yattı,idamın eşiğine geldi, 1988'deki seçimleri kazanarak başbakan oldu, 2 kez hükümet kurdu, yolsuzluk suçlamalarıyla ikisi de düşürüldü, 1999'da Müşerref'in darbesinden sonra ülkeyi terketti, 2007'de geri döndü.Ve öldürüldü.

Müslüman bir ülkede, hem de fanatizmin bir yaşam biçimi olduğu Pakistan'da ilk kadın başbakan olmak, kitleleri peşinden sürüklemek, hafifçe başına atılmış başörtüsünün altındaki ceylan gözleriyle gülen güzel bir kadın... Öte yandan yaşadıklarının sinirlerini ve kişiliğini çeliğe döndürdüğü karizmatik bir lider.

Hindistan ya da Pakistan ile ilgili haberleri hiçbir zaman olaya hakim olacak kadar takip etmeyen, konu hakkında "orada öyle bir şeyler oluyor"dan öteye geçmeyen, Benazir Bhutto hakkında da manşetler ve spotlar dışında fazla bir haber taraması yapmamış biri olarak benim için Benazir Bhutto'nun kaybı -haber değeri ve siyasi öneminden öte, en kişisel boyutuyla- çocukluğumun gerçekten önemli figürlerinden birinin kaybıdır.

Büyüdükçe koptum olaydan, çocukken izlediklerimin ne olduğunu bile hatırlamıyorum. Tek hatırladığım Benazir Bhutto, çok farklı, çok bir "acayip" gelirdi bana, en başta başındaki eşarp yüzünden. Bir kadının kapalı olması çok acayip bir şeydi o zamanki algımla. Ancak anneannelerin başı bağlı olabilirdi. Kapalı olmak demek de, bariz kapalı olmaktı işte, saçın görünmeyecek.Benazir Bhutto'nun ise bir tarzı vardı.

Konuşuyordu, aklımda çocukluğumun neresinden kaldığını hatırlamadığım bir yüz ifadesi var ki işte o ifadesiyle hep konuşuyordu. Ve bunlar benim için çok acayipti. Kendimce "öyle örtü mü olurmuş be" dediğim eşarbıyla, "e bu kadın, nasıl başbakan oluyor ki" dediğim siyasi kimliğiyle, hep anlaşılmaz olmuştu benim için.
Ülkesini çok sevdiği için zamanında iktidarda kalmak uğruna köktendinci Taliban cemaatini beslemiş ve yine beslediği bu cemaatin fikir babalarından Hikmetyarı desteklemiş (bu kısım birini hatırlatıyor ama kimi?) ve yine desteklediği köktendinciler tarafından havaya uçurulmuştur.
Yine de insan üzülüyor tabi..
Olur mu hiç olur mu diyor, kardes kardesi vurur mu?
Kahrolasi diktatörler bu dünya size kalir mi da diye ekliyor..

Geçen yıl kasım ayında Pakistan'a bir seminere gitme durumum vardı ama yol parası çok tuzlu olduğu için gidememiştim.Mezarına gitmek isterdim ve halkına sormak isterdim "nasıl bilirdiniz?". Biri bana Tansu Çiller'i sorduğunda pek hoş şeyler söyleyeceğimi sanmıyorum,acaba Benazir Bhutto'da öyle mi,ben mi güzel görüyorum?

Ali Haydar Yurtsever'in yaptığı röportajından bir parça:

"...Son yıllarda çok acı olaylarla karşılaştım, örneğin beni siyaset sahnesinden silmek için öz kardeşimi öldürdüler, eski arkadaşım Cumhurbaşkanı Faruk Legari beni arkadan vurdu. bu olaylardan dolayı kalbim kırılmıştır. Özellikle bana karşı açılan kampanya kötülük kampanyasıdır. Kardeşimin öldürülmesinde benim parmağımın olduğuna dair yapılan ithamlar siyasi bakımdan bir kardeş gibi olan bir kişi ki o'nun cumhurbaşkanı seçilmesinde benim partimin yardımı vardı, o sandalyenin gücünden o kadar mest oldu ki beni çok kötü bir şekilde makamımdan attı. Kocamın ve siyasi arkadaşlarımın birkaçını hapse atılması Pakistan siyasetinin çok pis olduğunu gösteriyor. Ben partiden çekilerek partime yardımcı olmak istiyordum ve bir daha başbakan olmak istemediğimi de söylemiştim. İki kez parti başkanlığına seçilmiştim ve bir daha bu makamı istemiyordum. Sadece para kazanmak için bu görevi yapmak istemiyordum. Güç kazanmak için ve şöhret için bu görevi istemedim. Sadece Pakistan halkının sevgisi ve onlara hizmet etmek için bu görevi üstlendim. ..."

''İslam'ı biliyorum.Herkesle tartışamaya hazırım.Hazreti peygamber en iyi peçenin gözlerdeki peşe olduğunu söyler.Allah bizden sadece mütevazi ve namuslu giyinmemizi istiyor.Tepeden tırnağa kapanmamızı emretmiyor''

Benazir Bhutto