3 Aralık 2012 Pazartesi

 
Kişi kendisinden ayrılmayı, çekilip alınmayı isteyeceği eşiği aşmaya görsün, sığınacağı burç kalmaz hayatında. Aklımı ve ruhumu başkalarına teslim edecek raddeye dayanmak korkularımın başında gelir; elverişli, kırılgan bir bünyem olduğunu düşündüğümden değil, zaman zaman eşiğe yaklaşma olasılığını besleyen iç kalkışımlarım yüzünden, dengeyi yitirmek, sallanışımı denetleyememek kaygısı benliğimi kaplar, her korkak gibi başımı sokacak yer ararım. Yazı benim sığınağım cümlesini benimsemeyecek, abartılı bulacak, uğraşımı böyle tanımlamayı yakışıksız sayacak olanlara bir sözüm yok, nasıl olsun; genellemeye gitmiyorum, yazma ediminin özünü burada gördüğümü söylemiyorum, kırk yıllık masa yaşantımı benim algılayış biçimim bu, hem yanılıyor olsam ne değişir: Hepimizde yanlışlarla doğruların bir ortalaması kazılı.”

enis batur
 
Neden elit olamadığımı yazmayı planlarken ne çıktı ortaya. Neymiş? Plan yapma planmış.

26 Kasım 2012 Pazartesi

prensiplerim var. yakın arkadaşlarım benim sevmediğim bir insanı sevemez ve görüşemez. ama pratikte sorun yaşıyoruz. hem geliyorlar bana şöyle oldu böyle yaptı diyorlar. hem de kucak açıyorlar. ben anlamadım hacut.  kesiyorum ilişkimi.

3 Kasım 2012 Cumartesi

İşe girdiğimi söylememiş miydim? Çok hevesliydim işe girmeye. Ama görüşmeye giderken bile bir heyecan kıpırtısı yoktu içimde. İş teklifi gelince de " heee öyle mi? iyi bari olsun." dedim lan. Görüşen kadın bile şaşırdı. Ne bileyim, hani işe başlıyorsun, yeni bir ortam, ilk defa düzenli para kazanmaya falan başlıyorsun. Bir heves,mutluluk olur. Yok! Her gün o masanın başına oturup, her gelenin ismini öğrenip gülümsemek, saçma sapan bilgisayar programını öğrenmek bir eziyet benim için. İlk günün akşamında " acaba gitmesem mi?" diye düşündüm. Açmadı beni. Mutlu değilim.

31 Ekim 2012 Çarşamba

Ben yine rüya gördüm. Bu sefer korku filmi tadında. İnsanlar falan kayboluyor, telefonlar kapanıyor. Başlıyorum.

Bir minibüsteyim ama gezi arabası. Herkes de böyle nevale poşetleri falan var. 2 tane ufak çocuk, sarı saçlı yaşlı kadınlar var. Bir yeri gezdik geldik,artık geri döneceğiz. Ama arabayı bok götürüyor. Her tarafta poşetler, yemek artıkları var. Ama bu kadınlar oturmuşlar bikbik konuşuyorlar. Kafam attı. Bok götürme mevzulu ufak bir nutuk çektim kendilerine. Çocuğun biri de park gördü,ağlamaya başladı. Mola verdik. Ben arabayı falan toparladım. Kimse yok ortalarda. Dedim bakınayım bari. Sol tarafta sanayi gibi bir yer var. Herifler toplanmışlar. Sonra birden orası otobüs terminali oldu. Bir sürü kıçı kırık otobüsler. Ama öyle park etmişler ki baştaki ile sondaki çıkmadıkça o otobüsler çıkamazlar. Öyle mühendislik harikası yani. Polis geldi,birini arıyormuş. Ben de yardım edeyim dedim. Otobüslere dışardan bakıyorum ama içlerine girmiyorum. Hatta biri Ses Turizmdi. Sonra gene bakınırken bir tane motosikletli geldi, geldi,geldi, en sondaki kullanılmayan dükkandan içeri girdi. İçeride de duşakabin varmış. İçine düştü,kafasını vurdu,kaldı öyle. Sakallı bir herif. Kimse oralı olmadı. Birini gördüm. Dedim "sen 155'i ara, ben 112'yi arayayım. Adam ölmesin." Kime dedimse sanki "he he "dedi gitti puşt. Sonra orası birden bire evin içi oldu. Adam banyoda ölü vaziyette yatıyor. Ben koridorda birini birini bulmaya çalışıyorum, aynı zamanda 112'yi arıyorum. 112 açtı. Sesimi duymuyormuşçasına konuşmaya başladı. Ben de salonun camından sarktım olayı anlatıyorum heyecanlı heyecanlı." Adam düştü,kafayı vurdu. Ben adresi bilmiyorum. Yanımda da kimse yok. Sadece otobüs terminali gibi bir yer diyorum."Lan bi baktım telefon kapanmış. Kendi kendime anlatıyorum. 155'i aradım. Onda da aynı şey oldu.Ev böyle kasvetli, karanlık,izbe. Diyorum ki; " yeşil paltomu alayım da yardım çağırmaya dışarı gideyim.". Paltomu aldım,kapıdan çıktım. ve orada uyandım.

Korkuyorum ya.

29 Ekim 2012 Pazartesi

Yine Birgün Hastayım..

Herkesi, her şeyi dışarıdan takip ediyorum. Kafamda dönüp dolaşan şeylerin adını riyakarlık  koyarak bazı şeyleri noktalıyorum. Arkadaş olaylarından falan bahsetmeyeceğim. Genel olarak hepimizin gördüğü olayların kafama yatmayan kesimlerini yani riyakarlık olarak isimlendirdiğim noktaları yazacağım.

En sinir olduğum şey ve asla tahammül edemediğim şey salak yerine koyulmaktır. Çıldırıyorum,insanlıktan çıkıyorum. Beni ecdatlarına sövmek zorunda bırakıyorlar ki hiç hoşlandığım şey değildir. Yerseniz eğer.

Ali Ağaoğlu'na gıcık oluyorum Van depreminden beridir. Yedi sülalesine bir asır yetecek kadar parası olmasına rağmen çıkmış tv'ye bağış topluyor. O adamı, marka stratejisi neticesinde oraya çıkaran adamın aklına tüküreyim. Demezler mi adama ; " Madem sen bu devrin adamısın, götürdüğün paranın,aldığın ihalenin haddi hesabı yok. Yap ulan bedava konut. Seni o noktaya getiren kesimin yüzünü kara çıkartma.". Ama ne yaptı? " Ben bile çıkardım para verdim,siz de verin." mesajı verdi. Gariban adama duygu sömürüsü yaparak paralarını topladılar.Sonra o paralara ne oldu bilen yok. Van'daki deprem konutlarında ve yenileme çalışmalarında yapılan yolsuzluğun ortaya çıkarılmaması için yerel gazetecilere 100 adet konut ayrıldığını biliyor muydunuz? O paralar kimlerin götüne sıvandı,bilinmiyor. 

Din olayına değinmek istiyorum yüksek müsaadelerinizle. Müslüman,müslümanlık, islamiyet, arapça gibi kelimeler görünce,duyunca bile şeytan görmüş gibi oluyorlar. Ama haham, papaz,haç, hristiyan gibi kelimelerde ayn durum geçerli değil. Huysuz Virjin'in oynadığı cips reklamındaki cipsin paketinin üzerindeki domateste haç gizliydi. Subliminal mesaj olarak. Biri çıkıp " haç koymuşlar üstüne!" dedi. Anaaaaam millet bir tiye aldı bunu,görmek lazım. Yok işte haç varmış da ne olmuş, onu görünce kiliseye mi koşacakmış, din mi değiştirecekmiş falan filan. Evet, bu dediklerinin hiç birini belki yapmayacaksın. Ama neden var o orada, neden gerek duymuşlar o tarz bir hareket yapmaya? Bunu düşünmeden hemen saydırmaya başlıyorsun. Paketin üstünde haç değil de, arapça bir yazı olsaydı, hemen başlarlardı;" çocuklarımızın beynini yıkamaya çalışıyorlar, ülke elden gidiyor, şeriat gelecek,yobazlar, bu marka cipsi almayacak 1 milyon kişi bulabilirim.". Neden böyle? Neden bir tarafı itin götüne sokarken diğer tarafı göklere çıkarıyoruz? 

Sosyal medya denen bokta ülkemizi ve düzenimizi büyük bir cesaretle koruyan kardeşlerimize de lafım var. Tenzih ettiğim kişiler muhakkak var. Malum önümüz Cumhuriyet Bayramı. Bu senenin moda olan lafı şu; "Yarın Cumhuriyet'i ilan ediyoruz İsmet!". Bugün en az 100 kere okudum bu tarz bir cümleyi. Kutlamaya izin vermemişler, ama o yine de kutlamaya gidecekmiş. Belki polis içeri alırmış. Cumhuriyet için kendini feda etmiş olurmuş. Hele hele! Şu laflara bak! İnsanların bu kutlama coşkusunun altında yasak var. Yıllar evvel kimse gelmezdi. Okullar toplar götürürdü,herkes kaçar giderdi. Madem bu kadar bazı şeylerin farkındasın, bunu her hareketinde her gün göster. Yılda bir defa meydanlara gidip bayrak sallayarak facebook fotosu çekip koymakla olmuyor bazı şeyler. Bir kere de zihniyetin " dostlar alışverişte görsün." olmasın. Hiç samimi bulmuyorum. 

"Barış,barış!" diye inleyen kemçük ağızlı dostlarımı anmazsam darılırlar bana. Bir takım "insanlar" barış görüşmeleri olduğunu belirtti yine yakın zamanda. Ama durdu mu olaylar? Yok.Bugün yine 1 polis öldü. Ki kıl payı atlatılmış bir olaymış. Roketlerin hepsi patlamamış. Neyse.. 680 PKK'lı ve KCK'lı açlık grevindeymiş. Kimisine göre bu sayı 10.000. Bilemiyorum. Kurban Bayramı nedeniyle barış güvercinleri yine duygu sömürüsüne başladılar.Yok biz evimizde löp löp etleri yiyecekmişiz. Onlar bizim haklarımızı savunmak için aç kalıyorlarmış. Hiç düşünmüş müyüz boğazımızdan nasıl geçecek diye. Valla güzel geçti canım kardeşim. BDP'li vekiller löp löp malları götürürken, 5 yıldızlı otellerde karılarla tatil yaparken nasıl içleri rahatsa benim de rahat. Hapishanelerde yemek veriliyor mu? Veriliyor. Yesinler o zaman. He bu arada yapılan greve de inanmıyorum. Tarihte örnekleri mevcut. Kesin vardır bir halt.

İnsan kadar adi bir varlık yok. Amaç ve isteklere ulaşmak için her şeyi ama her şeyi yapabilirler ve bunlar için sadece "istemek" kavramı yeterlidir.





19 Ekim 2012 Cuma

teknolojik aletlerden hiç yüzüm gülmedi benim. neye elimi attıysan elimde kaldı. kulaklıktan tut bilgisayara kadar. ama vallahi benim suçum günahım yok.

geçen sene bu aylarda bilgisayar aldım. casper marka. sırf türk malı olduğu için aldım. zaten bilgisayarı ödev yapmak, nette gezinmek ve film izlemek için kullanıyorum. çok şahane ötesi bişeye ihtiyacım yok. neyse, bir kaç ay sonra bilgisayarımı koyduğum yerden ufak plastik parçaları toplamaya başladım. nerden koptuğu hakkında en ufak bir fikrim yok. bir gün ekranı kaldırdığımda sol ekran plastiğinin birbirinden ayrıldığını gördüm. plastik parçaları ordan düşüyormuş. temmuz ayında aldım servise götürdüm,aldığım yere. adam garanti kapsamında olmadığını söyledi. dedim, kısa kes yap,parasını vericem. parça yok,gelince ararız dedi. ama aramadı. ekim ayının sonuna geldik. hala aramadı lavuk. neyse ben de casperın şikayet hattına şikayetimi yazdım. ilgilendiler. gönderin bakalım dediler. eyvallah dedim. bu pazartesi ups kargo ile gönderdim. ellerim kırılaydı da göndermeseydim. resmen bilgisayarın ırzına geçmişler, götü başı dağıtmışlar.

bugün geldi bilgisayarım. şok geçirdim. oha dedim çağ mı atladık, 3 güne yapıp gönderdiler falan diye annemle şakalaşıyorum.kutuyu açmamla göt olmam bir oldu aziz dostlarım. hiçbir işlem yapılmadığı gibi bilgisayarın altındaki kapak açılmış ve öyle kalmış. ekran iyice yerinden çıkmış.kutudan 1 vida bir de ucu çıktı. sinirim geçmeden hemen casper servisi arayayım dedim. gene göt oldum. bilgisayarım hasarlı olduğu için kabul edilmemiş. geri gönderilmiş. bunu da bana ups kuryesinin söylemesi gerekiyormuş. bu sefer 2 kat sinirlendim, ups kargoya mail döşedim. aradılar. rapor yazdılar. bilir kişi gönderiyorlarmış. onu bekliyorum.

buradan çıkarılacak ders herhangi bir elektronik eşya alırsanız, markasından ziyade teknik servisini araştırın. çooooook müthiş önemli. mesela casper almayın,acer almayın. bokun bokular. ayrıca kargonuzu kendiniz götürecek mesafede iseniz kendiniz götürün. böyle göt gibi kalırsınız. otobüs şirketine versem sağlam gider gelirdi lan.

bunları yaparken ki amacım, babama bişey demeden kendi işimi halletmekti. bilgisayarı kırdım desem çıldıracak adam. demir olsa dayanmaz diyor. ters adamın işleri ters oluyor azizim.

14 Ekim 2012 Pazar

aziz dostlarım merhaba;

sevgiyle selamlıyorum sizleri.

ağzıma hiç yakışmıyor böyle kelimeler. lakin gerçek hayatta tanımadığım kodaman insanlara karşı konuşmam böyle ne yazık ki. tam olarak böyle değil ama kibarlık derecem bu. biraz götüm kalksın konuşmam bu tarz olacak ama. o ışık var bende. sanal alemde çok kibar bir insan değilim. ama hani çok saygı değer psikologlarımızın da dediği gibi olmak istediğim insan gibi davranıyorum. kaba saba biri olmak değil olmak istediğim şahıs,lakin vermek istediğim tepkiler böyle. hemen hemen hepimizin ki böyle bence. yolda yürürken bir araba size su sıçrattığı zaman ;" heeey dostum! biraz dikkat et. haa!" demiyoruz. " has.kktir,ibne,yavşak,göt veren,pezzzevenk." demiyorsak ben de emel sayın tavrında bir insanım. yani efenim demem odur ki, burda ha.skktir diye tabir ettiğim olayı, gerçek hayatta "hay aksi, hadi ordan" gibi kelime öbekleriyle tasvir ediyorum.

aileden falan gelen bişey de değil. anneannem büyüttü beni. çok kibar bir kadındı.annem de öyledir. ama anneannemden sonra katı bir disiplin altına girdim. olan orda oldu bence.

bu arada ben tez yazıyorum. canım çok sıkılıyor. sıkıntımı saçmak amaçlı takılıyorum. sık sık geleceğim sanırım.


26 Eylül 2012 Çarşamba

son birkaç gündür evdeki göt kadar koltukta yatıyorum. acayip rüyalarıma yenisini ekliyorum. anlatıyorum, açıklamasını yapın.

kendi evimin kapısını açıyorum. dışarıda romalı askerler var.kırmızı pelerinli,çıplak bacaklı,kocaman kalkanları var.  büyük düşmanmışım onlar için. ok yağdırdılar üstüme.boğazıma falan geldi ama çok acımadı. üzerimde oklarla kapadım kapıyı. sonra sesler geldi bir daha açtım kapıyı. bu sefer asiler var. beni öldürmek için paylaşamıyorlar. bu sefer onlar ok yağdırdı. daha büyük oklar. tam gırtlağıma geldi. acısını hissettim. hasiktir deyip kapıyı kapattım. annem geldi mutfaktan,elleri köpüklü. bulaşık mı yıkıyormuş ne. açtı kapıyı. konuşarak ortalığın .mına kodu. savuşturdu askerleri,asileri. ben de arkadan destek veriyorum. asdfgh

kesin götüm başım açık kaldı benim.

19 Eylül 2012 Çarşamba

bizim toplumumuzda statü,mevki, para çok önemli. ve hemen hemen hepimiz legal veya illegal yollardan bunları elde etmek için çabalıyoruz. sonuçlar ise çoğu zaman alakasız insanların götünde patlıyor. nitelikli insanların başına niteliksiz insanlar yönetici, lider sıfatıyla geldiğinde çark bir süre sonra duruyor. işler iyice boka sarıyor. bu durumu gittiğiniz bir devlet dairesinde yada özel sektörün herhangi bir kolunda çok rahat gözlemleyebilirsiniz. hatta televizyondan bile izleyebilirsiniz.

şimdiye kadar başa gelen kesimlerin çoğunun çok şeffaf bir şekilde seçildiklerini asla inanmıyorum. fakat şu anki hükümetin başa gelmesiyle toplum resmen futbol taraftarı gibi ayrılmış durumda. maçı kazanınca " size nasıl taktık ama!" diyen taraftarlar misali en alakasız insan bile "sıra bizde artık!" diyebiliyor. derdim bunlar değil. her kesim aynı bokun laciverdi. derdim ise; gelen herkesin toplumun huzur ve refahı ile ilgili çalışmak yerine kendi bildiklerini okumak. her gelen bir öncekinin adamlarını temizleyip kendi düzenini kurmaya çalışıyor. bunu yapana kadar seçim zamanı gelmiş koltuğu kaptırmış oluyorlar. etkilenen biz oluyoruz.

8 yaşındaki bir çocuk kendini asmış. ne derdi olabilirdi ki? aile,öğretmenler, sosyal hizmetler ne boka yarıyor? alakasız yerlerde alakasız insanların çalışmasının bedelini biz ödüyoruz. tesadüfen yaşıyoruz.

3 Eylül 2012 Pazartesi

hasta olmayı hiç sevmiyorum. çektiğim ruhsal acının yanına fiziksel acının da eklenmesi çekilmez olan bünyemi   kötünün kötüsü yapıyor.

herkesin eminim benim yaşadığım dönem gibi bir dönemi olmuştur yada olacaktır anasını satayım. tek değilim yani şu alemde. farklı mevkilerden atağa kalkmama ve deli gibi efor harcamam rağmen " bu da gol lanet olsun!" diyorum hep. olmuyor ya olmuyor. neyi denesem, neye el atsam kaynağı kuruyor. çoğu zaman da gösterip vermiyor ibneler.

ve öyle bir hal aldı ki durumum; " aaa bak burda böyle bişey varmış. bir de bunu dene istersen." diyenlere " amaaaan siktir et. nasılsa bir bok olmayacak. kıçımı kaldırırken harcayacağım kaloriye yazık." diyorum. hee ama benim bu halime yakın insanlar şikayetlerini, hayata bakış açılarını söylediklerinde bir hayat koçu misali veriyorum gazı. laf beleş nasılsa, konuş konuşabildiğin kadar. lafla peynir gemisini yürütmeye çalışıyorum. ve bazen hakkaten yürüyor. enteresan.

başarısızlık. bu durum beni bir boka yaramaz insan yapıyor. sadece nefes alıp veren,tüketen,bir faydası olmayan varlık. milli israf bir nevi. bir ben tutunamadım,sığışamadım bir köşeye. öz güven eksikliğine sebep oluyor. ve bu da beni çevremden, arkadaşlarımdan hatta ailemden uzaklaştırıyor. çevremdekilere verebileceğim en az rahatsızlığı vermeye çalışıyorum. insan evladı olarak bencilliğimden ne kadar arındıysam o kadar başarılıyım bu konuda.

böyle olacağımı ve böyle olacağını hiç tahmin etmemiştim. hayat süprizlerle doluymuş harbi.

21 Ağustos 2012 Salı




Susarız…

Konuşulan konuyu boş, basit ve anlamsız buluyoruzdur, konuşmayı da gereksiz ve anlamsız buluruz…

Susarız…

Konuşulanlar öyle abes ve mantık dışıdır ki sadece hayretle dinler ve sessiz bir tepkiyle belli ederiz duruşumuzu…

Susarız…

Sessiz bir onaydır susuşumuz…Biraz utangaçlık belki ama içten bir katılıştır söylenenlere…

Susarız…

Sessiz bir bekleyiş olur susmak…Ya kendimizin yada karşımızdakinin ortak değerleri yeniden gözden geçirmesine tanınmış bir fırsattır sessizliğimiz…Yada birinin bizi fark etmesi, doğru algılayabilmesi için tanınmış bir süre…

Susan için endişe ve olasılık hesapları arasındaki gel git lerle biraz da huzursuz bir bekleyiştir susmak…

Susarız…



Susarız...

Dile getirilmeyen bir öfkedir bazen suskunluğumuz… Öylesine yaralanmışızdır ki yaralamak isteriz, yüreğini acıtmak ve kanatmak…Ve biliriz ki hiçbir söz acıtamaz, yaralayamaz ve kanatamaz kimseyi bir suskunluk kadar…Ve susmak en acımasız, öldürücü silahtır bazen…

Susarız…

Hassas ve kırılgan bir tepkidir…Küçücük bir hatırlatmadır belki…Fark edilmesi ve onarılması incelik ister…Ya yeniden bir kazanıştır yada aleyhte bir delil olarak kalır karşımızdaki için…

Susarız…

Bir ilişkide negatiflerin gözümüze batmaya başladığı, karşımızdakine ait aleyhte deliller dosyasının kabarmaya başladığı ve hatta dosyayı masanızdan kaldırmaya gerek duymaz olduğunuz bir noktadasınızdır…Bir duruş, bir soluklanmadır susmak…

Ortak geçmişin değerlendirilmesi ve geleceğin muhasebesidir…Durup yeniden, şimdi bulunduğunuz noktadan bir daha bakmak istersiniz yaşananlara ve eldekilerle geleceğe gitmenin ne kadar mümkün olduğuna…Bir içe kaçış ve söylenemeyenlerin biriktirilmeye başladığı yerdir susmak…

Susarız…

Ayağımız yerden kesilmiş, bulutların üstündeyizdir ve çiçek çiçek bahardır yüreğimiz…Sevdiğimizle yan yana ve can cana yızdır…

Öyle bir ruhsal bütünleşmedir ki hiçbir söz tanımlamaya yeterli gelmez hissedilenleri ve susarız…Sadece yüreklerin ve gözlerin konuştuğu yerdir suskunluğumuz…



Susarız…

İletişimin tıkandığı yerdeyizdir , hiçbir iletinin bize yeterli gelmediği ve hiçbir iletimizin doğru algılanmadığı…

Yanlışlıklar, yanılgılar ve kim bilir belki de gerçeklerdir bir fırtınaya tutulmuşçasına savrulup duran…Sözler yerini sessizliğe bırakmaya başlar ve siyah, tek nokta konur cümlelerin sonuna…Zamanla cümlelerimizin sonuna konan o tek ve siyah nokta büyüyerek bir kara deliğe dönüşmeye başlar…

Güven ve sevginin içten içe çürümeye başladığı yerdir ve gitmek zamanının ertelenmiş halidir susmak…

Susarız…

Kabul edilmiş bir hata yada suçtur susuşumuz ve söylenecek her söz kaybetme riskidir…Korku eşlik eder suskunluğumuza…




Susarız…

Bir gidişi kabullenmektir susmak, yerinde ve zamanında olduğunun ayırdımında olduğumuz bir gidişin…

Susarız…

Hayata karşı bir susuştur bu kez yaşanan…Bizi can evimizden vuran bir kayıp, yaşanan büyük bir acı, ölesiye bir çaresizliktir yaşadığımız…

Söylenecek hiçbir sözümüzün adrese teslim olmayacağından emin olduğumuz, bütün sözcüklerin anlamını yitirdiği bir yerdeyizdir…

Hayatın bize bir şey katamadığı ve bizim de hayata bir şey katmak için anlamımızı kaybettiğimiz bir yer…

Belki de boş gözlerle, algılamadan bir seyirdir hayat o noktada ve belki de amacı ve beklentisi olmayan, bir mesaj kaygısı taşımayan ve hedefi olmayan tek susuştur yaşadığımız…

Susmak; eylemsiz ve durağan bir edim gibi görünse de her susku bir şey anlatır yine de ve her suskunun bir nedeni vardır ve her susku içinde pek çok sesi hapseden sessiz bir eylemdir…


Esin Ardıç

6 Ağustos 2012 Pazartesi

bugün bir arkadaşımdan mesaj aldım; " canımız,her şeyimiz babamızı kaybettik...." şeklinde. şok oldum. arkadaşımla daha 2 gün önce konuştum gayet eğlenceli bir şekilde. sanırım kalp krizi,bilemiyorum. aradım.açmadı da.

bazen arkadaş ortamlarında konuşurken söylediklerime dikkat etmeye çalışıyorum. kimisinin annesi yok, kimisinin babası. onları geçmişe götürecek, üzecek şeyler söylememeye çabalıyorum. her ölüm erken, her ölüm birilerinde kapanmayan yaralar açıyor. hepimiz yaşayacağız bunu, farkındayım. ama ne bileyim işte, onlar kadar olmasa da acılarını, hayal kırıklıklarını yaşıyorum. ben de 2003 yılında benim için çok önemli olan bir yakınımı kaybettim. ve acayip bağlıydım. hani onsuz olmaz,o ölürse ben de ölürüm derler ya, hah işte öyleydi benim için. bir o zamandaki kendimi düşünüyorum, bir de şimdiki zamandaki arkadaşımı düşünüyorum. umutsuzluğa kapılıyorum. Allah dayanma gücü versin hepimize, her konuda. mekanı cennet olsun.

27 Temmuz 2012 Cuma

çok karışık. bir şeyler paylaşa bildiğim ve paylaşan 3-5 tane arkadaşım var. ve bu insanlar benim için önemli. her gece yatmadan evvel dualarım da ailemle beraber geçiyorlar. duygularının ve yaşayışlarının saf ve temiz olduğuna inanıyorum. bu yüzden çevreye uyum sağlayamıyorlar.

ve hepsi benden çok uzakta. bir dertleri olduğunda sadece ağlayan seslerini,isyanlarını duyabiliyorum. sadece dinleyebiliyorum. kendimi bir boka yaramaz gibi hissediyorum. telefonu şimdi kapattım. ağladı,ağladı, bazen ne dediğini bile anlamadım.yaptığım sadece dinlemek. he yanında olsam sorununu ortadan kaldıramayacaktım belki. ama bir şekilde moralini düzeltebilirdim, en kötü beraber küfür edip,ağlardık.

ben, o arkadaşımın yaşadığı duyguları yaşadığım zaman yanımda biri olsun istiyorum. hatta o zamanlara yakın birileri olsun ki krizi bu boyutta atlatmamış olayım. ama herkes çok uzakta. ben de çok uzaktayım. çok yalnızım.

hatta o kadar yalnızım ki o kadar alıştım ki yanıma düzenli olarak birini kabul edemiyorum. tahammül edemiyorum. insanlıktan çıkıyorum. anlatacak şeylerim sınırlı çünkü. tekrar en baştan almak da sıkıyor. yalnızız yani. sıçılmış bir bok kadar yalnızız azizim.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

şimdi buraya belirli bir zümre için bir şeyler yazmak istiyorum. mesela hepsinin amına koyayım gibi. ama es kaza biri dava falan açar diye çekiniyorum. korkum mahkemeye falan çıkmak değil. babam duyarsa kızar. yazmıyorsam bundan yazmıyorum. hakkımda işlem başlatılır,hapse atılırım,tazminat ödetirler, fişlenirim falan değil. zaten bu ibnelerin yüzünden geleceğim hakkımda olumlu beklentilerim yok. ama hepinizin amına koyayım,orospu çocukları.

7 Temmuz 2012 Cumartesi

ilk ösym sınavıma 1997 yılında girdim. 3.sınıftan beri  sadece beyin köreltmeye yarayan bu sınavlara çalışıyorum. yaşım 26. anadolu lisesi sınavları, fen lisesi,özel okul sınavları, öss,ales,üds,kpds ve kpss hepsine girdim. hepsinden de ortalama üzerinde puanlar aldım. tembel biri olarak bunları yazmayacağım yani. uzanamadığım ciğere bok atmıyorum yani.

bugün kpss'nin ilk oturumuna girdim. türkçe zorladı beni. diğer kısımları doğru düzgün bir şekilde yaptım. yin yanlışlarım var ama beklediğim kadar çok değil. ve soruların çalınmış olabileceğini okudum. resmen ortadan ikiye çatladım sinirimden. emek verdim,para verdim,umut ettim ben bu sınav için. gece 2-3'e kadar ders çalıştım. aynı zamanda okulumu yürüttüm. cemaat falan demeyeceğim. çünkü bunlar eminim başka iktidar dönemlerinde de olmuştur. torpil kısmından eminim ama.

benim derdim şu: bu kadar genç insanı depresyona sürüklüyorlar. sınavlar yüzünden intihar eden,kalp krizi geçirip ölen gençlerin haberlerini okumuşsunuzdur. bizleri gerizekalı birey olma yolunda ilerletiyorlar. test çözmeye odaklandığım zaman bildiğin mal oluyorum. devlet dairelerine gidin bakın. sorunsuz bir şekilde işinizi halledemezsiniz.

siktiredelim bunları. ne kadar kötü bir döneme gidiyoruz farkında mısınız? eşit koşullarda yarışmıyoruz hiç birimiz,şans verilmiyor bize. onlar gibi olmazsan üçün birini alırsın. bu her zümre için geçerli. ben hakkımı helal etmiyorum. müslümanlığı kimseye kaptırmayan ve soruların çalınmasını hoş karşılayan bir kaç arkadaşımın da taaa ağızlarının orta yerine sıçayım.

şunu merak ediyorum; insanlar iş bulabilmek için yavaş yavaş cemaat kısmına kaymaya başladı. birgün herkes pes edip cemaatçi olunca bu iş yerleştirmeleri nasıl olacak acaba??

4 Temmuz 2012 Çarşamba

bu anım aklımdan hiç çıkmıyor. hatta çocuğu bulsam götüne rulo şeklinde bir şeyler sokabilirim. ilkokul 2'ye gidiyorum. sınıfta ümmet diye bir çocuk var. babası kapıcıydı. koskoca okulda 1 tane zengin vardı,onun da babası borusan'da müdür müydü ne. veliler işçi ve memur kesimden oluşuyordu genellikle. 

neyse.. bir gün bunun babası okula geldi. ümmet'i rahatsız ediyorlarmış, babası kapıcı diye. tenefüs zili çalınca babası sınıfa girdi. herkes çıktı. ben de oyalandım,niye bilmiyorum. tek salak ben kaldım. bunlar konuşuyorlar aralarında ama ben neden bahsettiklerini bilmiyorum. hoca sordu bu ibneye kim senle dalga geçiyor diye. çocuk bakındı böyle "deryaaa" dedi. ne olduğunu anlamadım lan. babası üstüme yürüdü.sen benim çocuğumla nasıl dalga geçersin diye. öğretmen girdi araya falan. ama aslaa öyle bir şey yapmadım. bence babasının mesleğinden kendi utanıyordu. babası sordu buna noldu diye. bu da senin yüzünden benimle dalga geçiyorlar demiştir. babası da okula gelmiştir. 

babasının yerinde ben de olsam aynısını yapardım. ama bu adamın oğlu yavşak. aklıma geldikçe ne kadar küfür varsa saydırıyorum ümmet. haberin olsun.

27 Haziran 2012 Çarşamba

kafam iyi vallahi. alkol kullanan biri değilim. içtim de güzelleştim değil durumum yani.


hani böyle bişey olur yada bişey yapmaya çalışırsın büyük bir sabır ve gayretle. ama bir süre sonra baktın ki sıçışlardasın. bu sıçışların moral bozukluğunu atlatıp artık "amaaaaan koy götüne" moduna girmişsin. hah! işte kafam öyle güzel. ayılınca ne bok yicem bilmiyorum.aspirine başlarım heralde.ehehehe

24 Haziran 2012 Pazar



ruhidir benim adim hiç çıkamam evimden 
dostlar uydururum hayali mutluyumdur bu yüzden 

20 Haziran 2012 Çarşamba

dark side'a geçiş yapıyorum kardeşlerim. o kadar safım ki herkes kendi işine gücüne baksa dünyanın güllük gülistanlık bir yer olacağını düşünürdüm. insanlar ölmesin,savaşlar olmasın, tansu çiller edası ile. hümanist tarafımı kestim,öldü. fazla da direnmedi zaten.

milletin düşüncelerini dinliyorum,yazdıklarını okuyorum. hiçbiri toplum refahı ile bağdaşmıyor. zümresel,bireysel çıkarlar. her konuda,her yerde böyle. "haklı direnişimiz,haklı savunmamız,haklı adam öldürmemiz,benim hakkım!" vay amk hak neymiş böyle ya. herkes kafasına göre bir kılıf uydurmuş gidiyor. olan bizim gibi saftiriklere oluyor. kimsenin hiç bir bokunu,sikindirik fikrini savunmuyorum. kendi bildiğimi okuyorum.

hani tarkan konserlerinde elini uzatarak taaaarğaaaaan diye böğüren kızlar var ya, ona hiçbir yararı yok.tarkanın onu dinlemeye gelenlerin hiçbiri umrunda değil. aha bizde öyleyiz. deli gibi savunursun bir şeyi.sonra bakmışsın ki sen maşasın,o çıbanın başı gidip orda paralarını sayar,menfaalerini sınıflandırır. biz burda dinci,kemalist,kürt diye birbirimizin götünü keselim. adamlar orada karşılıklı otursun fındık,fıstık yesin. gladyatörler gibi bizi dövüştürsün,onlar locadan bizi izlesin. sıçarım böyle aklı mantığa. yokum ben yokum.

18 Haziran 2012 Pazartesi

başka umudu kalmayıp sınavlara hazırlanan bir kişinin durumunu anlatıyorum. kpss'ye çalışıyorum gençler,20 gün var ya da yok. henüz konularım bitmedi. aynı zamanda iş ilanlarına başvuruyorum ve onların yaptığı saçma sapan sınavlara giriyorum. sanki o sınavları kazansan alıp ceo yapacaklarmış gibi bir hava katmışlar. bu tür sınavlarla problemim yok,hatta derece yapıyorum. düşünün sınav konusunda o kadar kaşarlaştım. ama sinirimi,öfkemi,umutsuzluğumu mülakatlarda gösterince göt gibi ortada kalıyorum. mantık aramıyorum artık. benim anlayamayacağım şekilde dizayn etmişlerdir eminim.

daha dün girdim bir bankanın sınavına. 5000 küsür kişi çağırmışlar sınava ve onların içinden sıyrılmam gerekiyor ki süreci izleyen 3 mülakata girebileyim. umudum yok,geçtim bunu. kendisi bir cemaat bankası olduğu için 5000 kişiden en az 4800'ünün konu mankeni olarak katıldığına inanıyorum. dışarıya ters kaçmasın hesabı. neyse bok atmıyorum. sınavım iyi geçti ama.

sınav,iş,okul stresinde level atladım artık. psikolojik etkilerini geçtim fiziksel reaksiyon gösteriyorum. bugün 11'den beri masada oturuyorum ve çözdüğüm soru sayısı 2. baş ağrısı,göz ağrısından geberiyorum. mide bulantısından sürünüyorum. nefes darlığı çekiyorum. yatağa yattığımda kalp çarpıntısından yayların sesini duyuyorum. masama baktığımda midem bulanıyor. bunu artık gına geldi anlamında demiyorum. ciddi anlamda midemde ne varsa çıkartacak gibi oluyorum. sürünüyorum a dostlar. ağlasam rahatlayacakmışım gibi geliyor ama asla ağlayamıyorum. bütün bunlar sınav korkusundan falan değil, çünkü korkmuyorum. ama biliyorum ki emeklerim boşa gidecek. forumlarda milletin neler yazdığını okuyorum,kimlerin nerelerde tanıdıkları,referansları (torpil) olduğunu okuyorum boşa kürek çektiğimi anlıyorum. ruh halimi geçtim ki hiç bir zaman şen şakrak biri olmadım, bu baş,göz ağrısı,nefes tıkanıklığı,mide bulantısı beni telef ediyor. ne yapayım ben bu saatten sonra?

gidip kafamı suya sokayım bari.


16 Haziran 2012 Cumartesi

sosyal medya dedikleri bambaşkaymış arkadaş. ordan çok şahane kişilik testi yapabilirsiniz. örnek;

isim vermeyeyim.çünkü kendisi aka boka dava açan, belli bir zümreye üye bir belediye başkanımız. az önce gördüm. bir vatandaş bu adamın geçmiş yıllarda rakı masasındaki bir fotoğrafını koymuş. bulunduğum zümre ve yaptığı propagandaya ters bir fotoğraf. hani derler ya yatakta basılsan inkar edeceksin,o da o kafadan. " fotomontaj o, kanıtlarsam şerefsiz olduğunu kabul edecek misin?" tarzında bir cevap vermiş ve tabi ki dava açacakmış falan filan. hukuk zaten sizin elinizde. eminim kazanırsın davalarını. neyse derdim bu değil. bu belediye başkanına öyle yanıtlar geliyor ki düşündürdü beni. kızın biri şöyle demiş; "fotomontaj oldugu oyle bariz ki. Melih Gokcek asla oyle oturmaz, oyle cirkin de giyinmez:)". ilaaaaahiiiii yaa. anan orospu desem bu kadar savunmaz. bilmiyorum olum bende mi bir anormallik var yoksa millet mi sıyırmış bilemedim. sanki 40 yıllık tanıdık. "aslaaa aslaaağ, benim tanıdığım m.g. öyle şeyler yapmaz!!" para,şan,şöhret mi veriyorlar ne vaad ediyorlar. anlamadım birader ben.  bahçeli bir akıl hastanesine yatmak istiyorum ben.

11 Haziran 2012 Pazartesi

bu sıralar sıkıntıdan mı nedir hep rüya görüyorum ve hepsi saçma sapan. en son gördüğüm rüyada evleniyordum. hemde kodamanlar için hazırlanmış bir otelde. avlu mu denir ne bok denir işte oraya çift taraftan inen altın varaklı merdivenler vardı, kırmızı kadifeden koltuklar falan. kesin götüm açıkta kalmış.

neyse. evleneceğim kişiyi tanımıyorum. böyle boy aynalı bir odada yanımda bir tane kadın beni hazırlıyor. yanıma bir tane çocuk,bir tane adam geldi. dedim ne ayaksınız siz,ne işiniz var lan burada? her ne kadar gelin olsam da eşi benzeri olmayan kibarlığımı bozmuyorum. misafiriz biz falan dediler. ben de konuşmaya başladım. "ben evlenmek istemiyorum, anam babam bile beni ellere verdi,beni gözden çıkarttılar, damat kesin öküzün önde gidenidir, yıl olmuş bilmem kaç hala bu tür düğünler falan var,kaçsam mı falan acaba..." ben konuştukça adamın yüzü şekilden şekle giriyor. sonra uyandım,düşündüm. damat heralde oydu.potun alasını kırdım. bu konuşmadan sonra olacakları görmemem için rüyam yarıda kesildi diye düşündüm.

durum bu yani. bir rüyam daha var,onu sonra anlatırım. filmlerdeki gibi, bir evden kaçmaya çalışıyoruz. millet plan yapıyor,beni dinlemiyorlar. ben de kapıyı açıp çıkıp gidiyorum. özet olarak bu. eheheh

8 Haziran 2012 Cuma

bakıyorum da şöyle bir etrafıma.. herkes iyi kötü bir yolunu bulmuş. herkes kör topal dengini bulmuş. bir ben mi bulamadım ulan? ağır ironi içeriyor bu yazdıklarım. yol bulmak,dengini bulmak gibi deyimler,öbekler,kelime grupları geniş yelpazede değerlendirilebilir. ehehehem

29 Mayıs 2012 Salı

bugün şöyle bir şeye denk geldim ve derinden bir ohaaa çektim. ben bu kadar kendinden, tarihinden, milletinden,dilinden,dininden utanan bir toplum görmedim arkadaş.elin çinlisi bile türkler için atasözü söylemiş.ama biz kendimizden iğreniyoruz. efenim bugün istanbul'un fethinin 559. yıl dönümüdür. bir çağ bitmiş,diğeri başlamış. peki bizim malımız ne diyor biliyor musunuz? " böyle bir caniliğin kutlanması çok utanç verici, binlerce insan ölmüş,mağdur olmuş. ayrıca kahramanlık varsa o da bizansınmış. kıç kadar ülkeye saldırmak çok basitmiş. zaten türk tarihi hep barbarlıkla dolu. osmanlı padişahları çok şöyleymiş çok böyleymiş. yurt dışına çıktığı zaman türk olduğu için dışlanıyormuş ve milletin saçma sapan sorularına maruz kalıyormuş. ayrıca 19 mayıs, 23 nisan,29 ekim gibi milli bayramların kutlanması kaldırılırken bunun kutlanmasını mantık dışı buluyormuş. ülke ne hale gemişmiş." bunu söyleyen bir üniversite öğrencisi. senin okuduğun okulun rektörlüğünün tam ortasına sıçayım ben. hep diyorum bak hep diyorum. diyorum ki bir tarafın mağdurluğunu belli etmek için tam aksi kısmı neden itin götüne sokuyorsun?

 ulan ibine, kendini karşılarında çok ezik hissetiğin avrupalılar çanakkale savaşında telef etti türk askerlerini. bu katliam değil mi? hatta avusturyalı bir asker hatıra olsun diye çanakkale'den giderken türk askerlerinden birinin başını kesip yanında götürmüş. yıllar sonra vicdan azabı çekip başı göndermiş. ve şehitlikte "meçhul asker" olarak gömülü. barbarlık bu değil midir kodumun manyağı? atatürk olmasaydı,istanbul alınmasaydı adımız şu olurdu, bu olurdulara girmek istemiyorum. ama olacağımız şey cezayir'den öte gitmeyecekti. belki kendi ülkemiz bile olmayacaktı. hatta kıbrıslılar bu konuda kızgınmış ingilizlerin işgalinden kurtarıldıkları için.

 cidden anlam veremiyorum. ırkından,soyundan sopundan,tarihinden utanan başka toplum görmedim.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

sevgili arkadaşlarım; bugün ki çemkirme konum iibf ve fen-edebiyat fakültesi öğrencileri ve grev.elli kere yazdım, lanet bir eğitim sistemimiz var. yeni üniversiteler açıldıkça iyice boka batacağız.bok konusunda zaten burun hizasındayız iyice görünmemeye başlıcaz. şimdi şu konu da anlaşalım; bu fakültelerde okuyan çoğu kişi öss'de ya da ygs ne boksa ismi sıçtığı için mecburiyetten eğitim alıyor. ben de bir iibf mezunu olarak benim durumum bu. liseden fen çıkışlıyım. istediğim bölüme puanım yetmedi,bir yıl daha hazırlanamam diyip girdim. 2. öğretim mühendisliklere puanım yetiyordu ama harç parası anasının gözü olunca yazmamaya karar verdik.ama pişmanım.çok samimiyim bu konuda. benimle beraber sınava giren arkadaşlarım da tıp, eczacılık okumak istiyorlardı. ama onların da aldığı puan sınıf öğretmenliğine ya da ne bileyim biyoloji,fizik gibi bölümlere yettiği için oralara gittiler. yani hepimiz mecburiyetten okuduk. şimdi çıkıp yok öğretmelik şöyledir, böyle kutsaldır boktur püsürdür demenin bir anlamı yok bence. mecburiyetten o tarafı tutuyorsun. kpss denen illet çok saçma bir şey. en son lise 1'de görmüş olduğum coğrafyadan sorumluyum. torpile falan hiç değinmiyorum zaten. ama bildiğim kadarıyla eğitim bilimlerinde öss mantığı var. yani hangi şehre ne kadar puanla yerleşeceğin belli. yani belli bir puanı almak için kasacaksın. ama a grubu öyle değil. bir kurumun açtığı sınava başvurabilmek için en az 80 puan almak gerekiyor. ve kurum sınavı açıldığı zaman der ki;şu bölümden mezun, şu puan türünden en az 80 almış kişiler başvuru yapabilir. ve başvuran adayalar içerisinden en yüksek 20 kişi sınava çağrılacaktır. yani senin en az 90 küsür puan alman gerekiyor ki kurumun açtığı "sınava" başvurabilesin. sonra kurum sınava girersin. güncel siyaset,iktisat,tarih ıvır zıvırdan yazılı sınava girersin. sonra bu sınavı geçersen mülakata girersin ki mülakatta bilgi sınavının sözel versiyonu. torpilim kralı burda işler.ama ibff mezunları nedense dökülmez sokağa. hepimiz aynı boktan yolun yolcusuyuz. biz daha ezildik,biz daha şöyle olduk falan demenin bir alemi yok ve kimseye de faydası yok.diyeceksin ki madem istihdam fazlalığı var kapa üniversiteleri,kapa bölümleri. zaten öğretim üyeleri de kalitesizlikten kırılıyor. sen sınavı kazandın gittin diyelim ama arkada her sene katlanarak büyüyen işsiz fen-edebiyat fakültesi ve iibf mezunları var. işsizlik çok boktan bir şey bilirim. ama bireysel çıkarları değil toplumsal çıkarları gözetirsek antipati kazanmayız. mesela ben çevremde basbas bağıran öğretmen ve adaylarından ötürü öğretmenlere gıcığım. eğitim neferi falan değiller çünkü. kardeşim hala ilk öğretim seviyesinde,biliyorum ne bok yediklerini, çocuklara ne kadar ilgi alaka gösterdiklerini, ne kadar idealist olduklarını. o yüzden beylik laflarınızdan vaz geçiniz. hiç birimiz kaliteli değiliz. bunu da kabul edelim. grev konusuna gelince, memurlar yetersiz zamları protesto etmişler. eyvallah. ama grevler nedense tek bir zümreye ait olabiliyor. çıkın bakın bir grev meydanına hangi birliklerin bayraklarını, bezlerini göreceksiniz. bu da bu yüzden bana itici geliyor. o zümreye ait değilsek grev yapamazmışız, hakkımızı arayamazmışız gibi bir izlenim doğuyor. her kesim belli şeyleri sahiplenmişler. eğer onlar gibi değilseniz sahiplendikleri şeyden nasiplenemezsiniz,savunamazsınız. hani anti-kapitalist müslüman gençler çıkınca taşak malzemesi oldular ya o hesap. müslüman olunca anti-kaipitalist olamazsın! ya da zamanında izmir'de cumhuriyet mitingi olmuştu. orda sarı saçlı,kırmızı uzun tırnaklı, yakasında beyninden büyük atatürk rozeti takan bir hanım abla, mitinge gelen baş örtülü bir kıza sert çıkmıştı. başı kapalı olunca cumhuriyetçi olamaz bir insan, o hesap. atatürkçü kesimi görüyorum. atatürkçülük onlar gibi olmaksa eksik kalsın hacı. işte bunlar çok itici. kendi götümüze bakmadan bir takım olguları sahipleniyoruz ki şimdiye kadar kime ne yararı oldu bilemiyorum. yapılan grevler falan tamamen reklam kokuyor. bilmeden, duygularımızla oynanmış bir vaziyette büyük patronların oyuncakları oluyoruz. saf duygularımla oynadın tabirinin somut versiyonu bence.

17 Mayıs 2012 Perşembe

eski sevgilinin hediyeleri

ahahaha aklıma ne geldi gece gece. üniversitede 1. sınıftayken 6 kişilik yurtta kalıyorum. aynı odada altı kız. aboooo. klasik kız muhabbetleri, olayları,kavgaları falan. neyse oda arkadaşlarımdan birisi sevgilisinden ayrıldı. çocuk, kıza hediye ettiği ne varsa istedi. kız hazırladı. birinin onları çocuğa götürmesi gerekiyor. kız gitmek istemedi. kurada ben çıktım. aldım torbayı indim aşağıya. tam verdim poşeti gidiyorum,çocuk dedi ki " dur,gitme.şimdi yapacaklarımı ona anlat." tamam lan dedim. bekliyorum. açtı poşeti. " bu elbiseyi ona şu gün almıştım." diyerek fırlattı yolun ortasına. " bunu şunun için almıştım." diyerek başka bişeyi fırlattı. ben de bekliyorum ki aldığı tek taş yüzüğü fırlatsın havada yakalayayım. ağzım açık,tetikte bekliyorum ama fırlatmadı. aldı onu cebine koydu. telefon hediye etmiş,onu da cebine koydu. sonra arabasına bindi gitti. araba gözden kaybolana kadar bekledim ki belki fikir değiştirip atar yüzüğü falan diye ama yok olmadı. dedim delikanlılığına sıçayım senin. attın kıyafetleri falan yüzüğü bok atarsın değil mi lan? sonra yurt odasına çıkıp hal ve hareketlerinin aynısını yaparak durumu anlatım kıza. o gün de eğlenmiştim şimdi de eğlendim. ahahaha
ısrara hiç gelemiyorum hacılaar. konuşmadan sıkıldığımı ima etmeye çalışıyorum, anlamıyorlar. ortamdan kaçmasam ya da konu bir şekilde dağılmasa "çok konuşma len." diyip gericem ortamı. beni benden daha çok düşünebilirlermiş gibi sanki ibneler acır gibi akıl veriyorlar. istemiyorum lan istemiyorum. benim de var planlarım. ayrıca senden akıl isteyen oldu mu? akıl verme para ver,huzur ver. kötü bir niyet yok belki ama karşındaki insanın düşüncelerini hiçe saymaktır bu. karışmayın bana, sorarsam söyle. üstüme gelme. sanki bir bok başarmış gibi bik bik bik. teee allam yaaa.

29 Nisan 2012 Pazar

aha saracak insan buldum. koşun eheheh. bir tanıdığım dinini değiştirmiş. hristiyanlığın sapıkça bir mezhebindenmiş artık. hani mısır'daki müslümanlar eşleri öldükten sonra ilişki kurmak istiyorlarmış ya bu nedir? bu sapıklıktır. heh onun mezhebi de öyle bir şey. anası falan kapalı. ama bu hiç önemli değil. öyle bir düşüncen ve alt yapın vardır ki ailenin ve çevrenin dini ya da ideolojik görüşleri sana terstir,kabul etmezsin. misal ülkücü nihal atsız'ın oğlu yağmur atsız sıkı bir kominist. ya da aziz nesn'in babası dini bütün bir adammış. şimdi bu örneklere bakıyorsun, ailelerinin aksini doğru ya da yanlış seçmiş olsalar bile adamlar boş adamlar değil.okumuş,araştırmış,yazmış çizmiş. en azından "neden böyle oldu?" diye sorsan sana verecek mantıklı açıklamaları illa ki vardır. ama bu öküzün tek derdi farklı olmak,farklı karı kız bulmak değilse ben de bir öküzüm. ne olduğunu bilmediğinden bile adım gibi eminim. sırf farklı olsun,nadide olsun. bulunmaz hint kumaşı seeeeniiiii. ama teşekkür ederim kendisine güldürdü beni.
mutsuz olmak zor iş. açıklayamadığın zaman hele üüfff. sorumlulukların artıyor. yediğin önünde yemediğin arkanda, aç değilsin,açıkta değilsin,muhtaç değilsin,ekmek bekleyen çoluğun çocuğun yok,ödenecek faturaların yok falan filan. nedenim yok,açıklayamıyorum. işte bu yüzden hacılar tam da bu yüzden çok zor iş.mutlu olmak için ne gerekli ki hiç bir şey de ilgimi çekmiyor. anneme desem; "şükretmeyi bilmiyorsun!" der. ediyorum balım,ediyorum canısı ama eksik bir şey be hayatımın anlamı.zor iş valla bak çok yoruluyorum. çok düşünüyorum ben, hep düşünüyorum ben. en ince detaylara inince zaman kalmıyor. zor. nefes alıyorum yetiyor işte.

26 Nisan 2012 Perşembe

bahar mı çarptı nedir mal gibiyim. bırak,ses etme,dürtme 24 saat uyurum. kahve falan yalan. bir kazan kahve içsem uyuyacağım varsa yine uyurum. öyle istikrarlıyım bu konuda. gündüzleri takılıyorum. geceleri ders çalışıyorum. gerçi gündüz de çalışabilirim ama ne zaman otursam hep bir şey çıkıyor. allahım bu sıralar üzerime ya çok oynuyorsun ya da otomatiğe bağlamışsın. hep bir gudubetlik. çok canım sıkılıyor ya. ve bu öyle evde oturup ders çalışmak zorunda olmakla alakalı değil. ne bileyim olmuyor, ilgimi çekecek bir şey bulamıyorum. en kral işi bulup çalışsam bile üstümdeki bezginlik gitmeyecek gibi. depresyondasın diyorlar. ya bi siktir git diyorum.alakası yok.gayet de iyiyim,güzelim,hoşum. istek yok.bahar çarptı beni. yenecem seni ilk bahaaaaar.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır. Bu anlamda herhangi bir durumun adil (adaletli) olup olmadığından söz edilebilir. Adalet kavramı temelde hukuk kurallarına uygunluğu içerir. Öte yandan, adalet insanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğundan ahlak ve din kurallarıyla da ilişkilidir.
Adalet; kısaca haklılık ve hakka uygunluktur. Öznel anlamda adalet, herkesin hakkını tanıma konusunda değişmez ve kesin istektir. Nesnel anlamda adalet, karşıt çıkarlar arasında hakka (hukuka) uygun bir denkliktir, eşitlik düşüncesidir. Adelet 4 tür altında toplanabilir. Bunlar:

Dağtıcı adalet
Dekleştirici adalet
Hakkaniyet
Sosyal adalet

Düşünürler eski çağlardan beri adalet kavramıyla ilgilenmişlerdir. Kutsal kitapların hepsinde adalete ve adil olmaya ilişkin bölümler bulunur. Eski Yunanlı düşünür Platon’a göre adalet en yüce erdemlerden biri, insanın ve devletin temel davranış kuralıdır. Aristoteles’in hareket noktasını ise eşitlik kavramı oluşturur. Ona göre, herkese eşit davranmak adalet için yeterli değildir. Bir hukuk düzeni güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletli olabilir. Örneğin, günümüzde kişinin tükettiği herhangi bir maldan alınan katma değer vergisi adil bir vergi değildir. Çünkü kişinin gelir düzeyini dikkate almaz. Buna karşılık, kişinin geliri üzerinden alınan ve gelir düzeyi yükseldikçe vergi oranının da arttığı gelir vergisi daha adil bir uygulamadır.
18. yüzyılda Aydınlanma Çağı düşünürleri adalet kavramını daha dar biçimde tanımladılar. Onlara göre hukuka ve hukuksal eşitliğe uygunluk adalet için yeterlidir. Ne var ki, hukuk düzeni her zaman adil olmayabilir. Çünkü hukuk yasaların her durumda aynı biçimde uygulanmasını gerektirir. Oysa yargıç herhangi bir olayda yasayı uygularken, durumun özelliklerini de göz önünde bulundurmak zorundadır. Böylece genel bir nitelik taşıyan yasanın eksik yanları uygulamada giderilebilir ve adalete daha çok yaklaşılabilir.
Günümüzde adalet kavramı sosyal adaleti de kapsamaktadır. Sosyal adalet, ekonomik, sosyal ve kültürel değerlerin dağılımındaki dengesizliklerin giderilmesini, toplumdaki zayıf ve güçsüzlere devletçe yardım edilmesini içerir.

Okuduk mu kavramı? Türkiye'yi geç Dünya üzerinde bunun uygulanmasını aramayacaksın. Pis,lanet, bunalımlı bir şey olup çıkarsın çünkü. Bunu yazdıktan sonra çarpılabilirim belki. Allah'ın bile adaleti adil değil. Kendine ve çevrene bak. Sen çirkinsin,o güzel,sen akıllısın,o salak,sende para yok,onda para bok,hak etmeyen kişilerin elinin altında neler var,bir de kendine bak. Ya da tam tersi.Mesela ben sıcak evimde oturup bunları yazarken,5 yaşındaki bir çocuğun bu havada sokakta yaşaması adaletli midir? Allah'ın adaleti neye göre bilmiyorum.Ama şu yaşadığımız ortamda paran varsa adaletin kralını yaşarsın.Paran yoksa, parası olanlardan arta ne kalmışsa onlar senindir.Adalet, insanlara özgü bir beklenti, bir özlem, bir yanılsamadır sadece; evren'de basit ya da karmaşık hiç bir sürecin bir adalet algısı ya da anlayışı yoktur veya adil olmak adına hareket etmez. Doğanın adaleti, evrensel adalet gibi kavramlar birer umut, birer güzel masal olmaktan öteye gidemezler, ne yazık ki.

İnsanların adalet anlayışları da belirgin ve tekdüze değildir. Adalet algısı toplumsal dinamiklerle birlikte çoklukla değişir.Entropinin hüküm sürdüğü bir evrenden adalet beklemek de naiflik olarak addedilebilir. Yok olmamak için adaleti söküp atarlar ya da manasını öyle bir değiştirirler ki ağzın açık kalır.

Bu evren hiç adaletli değil hem de hiç değil. Ama ben adil olmaya çalışıyorum,adım salağa çıkıyor sonra. Dünya'nın kuralı bu deyip düzene göre davranırsan her şey daha kötü olacak. Sukunetimi koruyorum.

6 Nisan 2012 Cuma

günler önce neye sinirlenmiştim şimdi kimin ağzına sıçıcam. dayak bile kısmet abilerim,ablalarım.

daha önce bir kaç çemkirmemde de bahsi geçmişti,ismini vermemiştim. gerçi yine vermicem. biraz o kişiden bahsedeyim istiyorum. takma ismi de "it" olsun.

şimdi bu it o kadar yavşaaaaak, o kadar kaypaaak,o kadar naleeet bir insan ki evlat olsa sevilmez. hani bu yaşam koçu,hayat koçu, ak koçu bok koçu var ya o tarz bir misyon edinmiş kendine söylemese bile anlaşılıyor. birine yaptığı herhangi bir işe çekmek için her satışçı gibi malını allar pullar. kimse yoğurdum ekşi demez değil mi? ilk önce kendinden bahseder."ben bu olaya girmeden evvel telefonda bile konuşamıyordum, çok eziktim,çok içine kapanıktım.sonra böyle bir şey olduğunu duydum,geldim.aaa 1 ay içinde bambaşka biri oldum." hayır,sen neyin içine girip bu hale geldiysen toplum huzuru için o şeyi yasaklamamız lazım.

bu it,ağzından "allah" lafını düşürmez. müslüman olduğu için içki içmez ama ramazan aylarında oruçlu oruçlu çıplak kadınlardan rahatlıkla bahseder.hacı bakkal gibi. bir tomar sakal var yüzünde ama seni kazıklama derdinde. onda bir sakınca yok. yalanın biri bin para. para demişken haksız yere milletin umutları ile oynayarak kaldırdığı paranın haddi hesabı yok. emek ve bilgi hırsızlığı yüzsüz bir şekilde yapabildiği bir olay. ve yaptığı şeyleri öyle bir anlatıyor ki,öyle bir öz güven var ki ya da öyle bir pişkinlik nolur beni yanına al diye varını yoğunu satarsın.öyle umut vaadediyor.

kitap toplama kampanyası yapmışlar. boy boy fotoğraflarını koymuş. o kitaplardan bir tanesi senin sayende gelmiş olsun kafamı kırıcam. ayrıca sen çıkarın olmadığı yere iyilik falan yapmazsın. % 1 milyon bir çıkarın var o işten senin. senin önünde adam düşüp bayılsa,sana yararı yok diye 112'yi aramazsın sen. bu kadar orospu çocuğusun sen.

sen var ya sen, millete iyilikten,doğruluktan,haktan hukuktan bahsedersin. gider torpilin en kralını yaptırırsın. sorsan " dünyanın kanunu bu."dersin. ulan pezevenk senin gibiler yüzünden bu haldeyiz zaten itin evladı. sen sözde en yakın arkadaşını 3 evinde misafir etmek yerine 3 gün evinin bir odasını ona kiraya vermiş bir insansın. sen kan emicisin. sen asalaksın, bu kadar yüzsüz,bu kadar düzenbazsın. sen boşuna "allah" falan deme oğlum,senin yatacak yerin yok.

4 Nisan 2012 Çarşamba

başka bir rüyam ile karşınızdayım. yorumlayın gönül dostlarım.

şimdi böyle bir eski bir gemideyim hatta tahta bir gemi.. -neden bulunduğumu da bilmiyorum-. biri geldi,deniz yıldızı bıraktı. ben de hemen hayvan dostu olarak " hooop hacılotti napıyon yaa doğal ortamına koysana." ayağında deniz yıldızını neden oraya koyduğunu sordum. dedi ki bana " bu odanın sahibine anıları acı veriyor,unutması gereken bir şeyler var. deniz yıldızını ondan koydum." yaniiii unutmak istediği bir olay varmış,unutamıyormuş. bu da ona çok acı veriyormuş. deniz yıldızını koyunca o anılarını unutacakmış ve mutlu bir insan olacakmış. cevap veremedim adama. nasıl bir bilinç altım var,beğendiniz mi? ehehe

24 Mart 2012 Cumartesi

" ey mutsuzlar !
kardeşlerinizi boğazlıyorlar, göz yumuyorsunuz.
çığlıklar duyuluyor ama siz susuyorsunuz.
aramızda dolaşıp kurbanını seçiyor zorbanın teki, sessiz kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz.
bok yiyorsunuz!
ne tuhaf yer burası, sizler nasıl insanlarsınız !
haksızlık varsa bir yerde eğer ayaklanmalı insan.
ayaklanma olmuyorsa batsın o şehir yerin dibine.
yansın bitsin, kül olsun karanlıklar basmadan."

bertolt brecht

ne okuduğumu bilmiyorum bu sıralar.

21 Mart 2012 Çarşamba

bir toplantıda eski cumhurbaşkanları'ndan demirel'e ülkenin durumu hakkında ne düşündüğü sorulmuş. demirel de soruyu yönelten kişiye: "bak sana bunu bir fıkrayla anlatayım da pazar neşesi olsun" demiş.

osmanlı döneminde yolsuzlukları ile ünlü karakuşi adında bir kadı varmış. bir gün karakuşi kadı, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş.

vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış sahibini bekleyen nefis bir ördek var. karakuşi kadı, fırıncıya 'ben bunu aldım' demiş.

kadıya itiraz edilir mi? fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş.

az sonra ördeğin sahibi gelmiş: 'hani bizim ördek?'

fırıncı boynunu büküp 'uçtu'! deyince iş kavgaya dönüşmüş. kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış, gayrimüslim de peşinde kovalıyor.

bir duvardan atlarken, bilmeden öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmüş.
kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş.
can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış...

sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak karakuşi kadının karşısına çıkarmışlar.

kadı sırayla sormuş. ördeğin sahibi,'bu adam ördeğimi hiç etti' diye şikáyet etmiş.

karakuşi kadı, fırıncıya sormuş: 'ne yaptın bu adamın ördeğini?'

fırıncı 'uçtu' demiş. kadı, kara kaplı defterini açmış:

'ördeğin karşısında tayyar yazılı. tayyar 'uçar' anlamına gelir. o halde ördeğin uçması suç değil' diyerek fırıncının beraatına karar vermiş.

gözü ! çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş. onun şikáyetine de kara kaplı de fterden bir madde bulmuş: 'her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla.'

davacı 'ne olacak?' diye sorunca karakuşi kadı, 'şimdi' demiş, 'fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.'

tabii gayrimüslim şikáyetinden hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş.

çocuğunu kaybeden kadının kocasına da karakuşi kadı, 'tamam' demiş, 'karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.'

böyle olunca adam da şikayetini anında geri almış, fırıncı bu davadan da kurtulmuş.
kadı dönmüş yahudi'ye: 'senin şikáyetin ne?'bre?

yahudi ellerini açmış, 'ne diyeyim kadı efendi' demiş, 'adaletinle bin yaşa sen, e mi !'

demirel bu fıkrayı anlattıktan sonra kendisini dinleyen topluluğa dönerek, kıssadan hisse: ananı "öpen" kadı ise, kime şikáyet edeceksin?. bugün ülkedeki durum bu.! anladın mı?

16 Mart 2012 Cuma


jülide yaşının getirdiği hayalleri yaşayamadı. zaten abudik gubidik hayaller kuruyordu. yaşı ilerleyip geriye baktığında "iyi ki de olmamış lan" diyordu. çünkü o hayaller gerçekleşseydi şu an eleştirdiği insan yapılarından biri hatta bir kaçı olabilirdi. sakin, çok konuşmayan,çok samimi olmadığı ve sinirli olmadığı zaman kibar sayılabilen,mesafeli hatta soğuk bir insandı. sevmediği insanlara karşı acayip gıcık hareketlerde bulunan bir insandı. bir ortama girdiğinde sessiz kaldığından dolayı bazı kişilerce gizemli,bazı kişilerce saf ve ezik olarak görünürdü. ama asla saf değildi,gizli bir uyanık jülide ve aslında tehlikeli bir uyanık. hiç ummadıkları bir anda gözünün içine bakarak ve gülümseyerek bıçağı (mecazen) bir taraflarına sokabilir.bunu durumu yaşamayanlar asla ama asla anlamazlar onun bu huyunu. fevkalade kincidir. asla unutmaz.aslında bundan kurtulmak için çok çabaladı fakat başarılı olduğu söylenemez.

hayalleri diyorduk. içi temiz jüli'nin. her gece tanımadığı insanlar için dua eder. "bu havada kalacak yeri,yiyecek yemeği,içecek suyu,sarılacak umudu olmayan insanlara yardım et." der. umudu olmayan insanlardan biri de oydu. somut bir umudu olmadığı için hayallere sarılırdı. kendine en baştan bir dünya kurardı. orda umudu olurdu ve adım adım yapılması gerekenleri yaparak kendi dünyasında mutlu olurdu. ama gerçeğe döndüğünde "deliriyor muyum acaba?" diye düşünür hatta emin olmak için internette araştırma bile yapardı. sonra kendi yaş grubundakiler de aynı boktan müzdarip olduğunu fark eder, kaldığı yerden devam ederdi.

hayattan çok beklentisi yoktu jülide'nin. "kafam rahat olsun,kimse ağzını yüzünü eğmesin,bana bulaşmasınlar yeter." derdi. ama bilmiyor ki hiç bir zaman olmayacak. başkaları nasılsa o da öyle olmak zorundaydı. eğer olmazsa kesin onda bir problem vardı. "elalem" hep böyle düşünürdü. jüli de o elalemi pek sevmezdi zaten, bu yüzden pek kaynaşmazdı onlarla. elalemin ağzına sıçsındı o.

bir derdi vardı onun ama ne olduğunu o da bilmiyordu. "somut bir derdim." yok derdi. arkadaşları onla taşak geçerdi. gerçekten somut bir derdi yoktu. parayla işi yoktu zaten. dışarı bile çıkmazdı.sevdiği biri yoktu. inanmazdı bir insanın onu gerçekten o olduğu için seveceğine, sevgililerin birbirlerini "öyle olmak zorunda olduğu için" sevdiklerine inanırdı hatta sevdiklerine bile inanmazdı. içinde kocaman bir boşluk vardı. önceleri bu boşluğu zamanını doldurarak doldururdu ama artık onu da yapmıyor. ne yapsa olmuyor. "bundan sonra ne olacak?" diye soruyor, etrafına bakıyor.ona atılan acıyan bakışları görüyor,iyice içine kapanıyor. birileri onun için psikologluk oynuyor. jülide onlarla taşak geçiyordu ve sinirleniyordu. "kendi götünüzü doğrulttunuz,bir ben mi kaldım!" diyor. aslında biliyordu ki o psikologçuluk oynayanların da kendi sorunları var ve bu sorunları jülide ile uğraşarak geçiştirmeye çalışıyorlar. jüli bunları yutmuyor ve etrafından uzak tutuyor. kimsenin stres topu, deneme tahtası ya da başarı öyküsü olmak istemiyor. hep o kimselere bulaşmıyor ki, onlar kim oluyor da onla uğraşıyorlardı? o böyle iyiydi.

hayaller demiştik değil mi? o hayallerinde de hep olumsuzluklarla uğraşıyordu. içine işlemiş belli ki. hayattaki denemelerinde hep şanssız taraf olan oydu. yağmurlu havada ona bir damla su yoktu. ama bazen hayallerinden sağ çıkamıyordu. ya araba kazasında ölüyordu ya kör bir kurşun ya da beyin kanaması geçiriyordu.. hasta ruhluydu biraz. en son hayalinde intihar etmişti jülide. kimseye zararı yoktu onun kendinden başka.

9 Mart 2012 Cuma

abilerim,ablalarım,kardeşlerim,sayın bloggerlar konum yok.canım sıkıldı bir selam edeyim dedim. test çözmek ve test kitabı çalışmak insanı mal ediyor. okul zamanı öyle miydi halbuki? bir şeyi görüyordum derste.sonra seceresini araştırıyordum,zıt fikirler,tarihçeler,diğer bilimlerle bağlantıları falan. mal ettiler beni. okul güzel şey. bir şeyler öğrenmek isteyip de itelemeyle iş yapanlara yüksek lisans ve doktoraya öneririm. ama bazen öğrendiğiniz şeylerle mutsuz oluyorsunuz. öyle işte şekerler.

1 Mart 2012 Perşembe

çok acayip rüyalar görüyorum,nasıl bir bilinç altına sahipmişim anlamadım kardeş.

karanlık ve arnavut taşlı bir sokak. evler,binalar falan hep taştan. tımarhane gibi bir yerdeyim.bildiğin deli yani. yanımda biri var,arkadaşmışız. üstümüzde beyaz hastane gecelikleri.

balkon gibi bir yerdeyiz. yan evin balkonunda biri var,laf anlatmaya çalışıyoruz ona ama o bizi duymuyor,rutin işlerine devam ediyor. yoldan geçen bir tane böylee şapkalı mapkalı bir kadın da "boşverin,uğraşmayın." diyor. sonra yanımdaki deli arkadaşımla birbirimize sarılıp " ama o bizim çocukluk arkadaşımız." diyerek ağlıyoruz.

o beyaz hastane geceliği çok etkiledi beni ya.o karanlığın içindeki ay gibiydik vallahi.

21 Şubat 2012 Salı



Bitti diye üzülmekten yoruldum, her geçen günün ardından.
Peşinden koşardım, duruldum, dünde kalan mutluluğun.
Yarın diye bir şey var mı diye, düşünür oldum bugünlerde.
Durur mu kalbim bir gün diye, sayıyorum her an geriye.

Dökülüp duran saçlarım, titreyen ellerim,
Gidiyor gençliğim, bitiyor günlerim.
Yıkılıp duran düşlerim, yorgun yüreğim,
Gidiyor gençliğim, geçiyor günlerim.

Yalnız bir ağaç gibi kuruyor içim, esiyor rüzgârlar, düşüyor yapraklar.
Issız bir sokak gibi kaldı içim, geçiyor yıllar, gidiyor insanlar.
Bir tek sen değilsin deyip, dimdik dursam da ayakta…

16 Şubat 2012 Perşembe

zamanında,bu kulüptü dernekti uğraştığım zamanda- biri bana " sen birşeyler yapan kişilerin arkasında ikinci adam olmaya mahkumsun." demişti. o zaman o ibnenin bulunduğumuz konum itibariyle kendini övmek ve çevresindeki insanları kullanmasıyla gurur duyduğu için söylediğini sanmıştım ama haklıymış. ben hep ikinci adam olmaya mahkum bir insanım.

13 Şubat 2012 Pazartesi

düşene asla gülmem.

denge olayı yok bende.beyinciğimde problem olduğunu düşünüyorum.en olmayacak yerlerde düştüm ben. ilkokuldayken annem her gün bana külotlu çorap alırdı. hep dizlerini parçaladım.hep de dayak yerdim lan. arkadaşlarımın morali bozuk olduğunda biraz neşelendirmek için ya vesikalık fotoğraflarımı gösteririm ya da düşmelerimi anlatırım.



bmx bisikletim vardı benim. düşe kalka öğrendim bisiklet sürmeyi.düz yolda yürürken takla atan bir insan evladı bisiklet sürerken neler yapmaz değil mi? eski oturduğumuz yer de -plaj yolu- yazın akşam herkes sokakta olurdu. zaten lojmanda oturuyorduk.binanın altı karakol,kapıda bekçi vardı. biz de gece yarılarına kadar sokakta kalabiliyorduk. yine öyle bir gece bayır aşşağı -bayır dediysem 90 derece diklikte bir yer değil,eğimli diyelim- bisikletle inerken noldu bilmiyorum kendimi duran kamyonun altında buldum. bisikletle kamyonun altına girdim. allahtan kafayı kamyonun kasasına vurmadım,dağılırdı beynim. üst baş gitti tabi. yırtık pırtık, yara bere içinde eve gittim. annem de yedim şamarı.

bir günde böyle bir akşam ailecek dışarı çıktık yürüyüşe. annem de o gün bana alt-üst takım bir kıyafet almış. öküzüm ya giydim hemen. abimin bir topu vardı dünya şeklinde. resmini aradım mamafih bulamadım. kimse de yoktu öyle bir top. istiyor ki zarar gelmesin,çizilmesin. top lan bu vurursun, yer de sürünür çizilir. neyse yürüyüşe giderken topu da aldık. vura vura gidiyoruz. en son ben vurdum topa, yamuk gitti. arabanın altına doğru yol aldı. abim hemen bağırdı bana. daha fazla azar işitmiyim,arabanın altına girmesin diye koşmaya başladım. şans bu ya, top arabanın altına girdi,ben de düştüm. annemin aldığı yeni takımı dizlerden yırttım. bu sefer çifte dayak yedim anasını satayım.

ilk okul 2'ye falan gidiyorum. fuarda konser var. sanırım kardeş türküler. annem de görevli konserde,evde gece tek kalmayayım diye beni de götürdü. konser alanı insan kaynıyor,devamlı halay çekiyorlar kendilerinde geçmiş bir şekilde. biri yere düşse üzerinde halay çekecekler o kıvamda. neyse, vip konukların olduğu yerde koltuklar var, sahneyle vip kısmı ayıran ufak bir duvar var. annem dedi ki bana koltuğa otur. ben ne yaptım? çıktım duvara oturdum. kadın 50 kere dedi ki bana artık içine mi doğdu ne ldu " düşersin,koltuğa otur." oturmadım. ve kafa üstü o duvardan düştüm ben ve kafayı yardım. ambulansa götürdüler ama gidene kadar annem tarafından çimdirilmemiş yerim kalmamıştır. hem ağlıyor,hem kızıyor hem de çimdik atıyor. lan düşmüşüm,kafam kanıyor,azcık ilgi göster. yok! hastaneye gittik ve geceyi orda geçirdik.

anneannemin evi bahçeli bir evdi. diğer evlerle arasında duvarlar vardı ve yüksekti. taşların üstüne basa basa duvara tırmanırdım ve yürürdüm mal gibi. bu kez anneannem derdi "düşersin,in."diye. kime söylüyorlar ki sanki,hiiiiç. bahçede kömürlük vardı,üstü sacla kaplanmış. onun korkusu oraya düşerim,bir tarafımı keserim. ama korktuğu olmadı kömürlüğe düşmedim, yan bahçeye düştüm. hem de gül ağacının içine. oooof çok kötüydü. kocaman gül ağacı, ufaklardan değil. her tarafımda dikenler vardı. göz kapağımın içinden bile diken çıkmıştı. dayak yemedim ama bu sefer,anneannemin kucağında ağladım.

patenim vardı benim. 4 tekerleği de aynı hizada olanlardan. taşlı yolda falan gidemiyorsun. abim o zaman askeri lise sınavlarına hazırlanıyor, her gece çıkıp koşuyordu. ben de gidiyordum zaman tutmak için. koşmayı dünyanın en gereksiz hareketi olarak gördüğüm için patenlerle gidiyordum ben. ulen bir düştüm dirsekleme yere girdim. sağ kolumu oynatamıyorum. dirsekten hareket çekermiş gibi kaldı kolum. bu sefer babam sıçtı ağzıma " senle mi uğraşıcaz lan biz." diye. yılların acısını bu şekilde dile getirdi adam.

üniversiteye giderken düştüm birde. izmitten istanbula gidiyorum. servis saatine daha var,gidip gazete falan alayım dedim. 2 tane merdiven var. merdivenden inerken yan bastım ve düştüm. sıcakken pek acısını hissetmedim. bir kaç saat sonra ayağım şişti ve morardı. istanbulda okula gitmek için otobüse binmem gerekiyor,yürüyemiyorum. yavaş yavaş gittim durağa. ama okulun önünden geçen araba yok. diğer araca sordum. adam dedi ki pezevenk " buna bin abla,göbekte iner yürürsün,spor yapmış olursun ahahaha." çok mu komik götün evladı. neyse bindim. ama yürüyemedim.izmite dönüş tam bir felaketti. bir insan evladı da yardım etmez mi ya? karşıdan karşıya geçerken o arabalar yavaşlamadı bile,ezip geçecekti ibnenin evlatları. 3 gün basamadım üstüne.

en son geçen hafta mı ne düştüm. her taraf kar buz. markete gittim çizgili ev pijamamla. kaya kaya gittim geldim. ve kara, buza basıp kayıp düşmedim. bağcığıma basıp düştüm. bu kadar embesilim. yaş oldu 25,5 hala bağcık bağlamasını bilmiyorum.

yaa dostlar işte böyle. düz yolda yürüyemiyorum. düşen insanlara asla gülmüyorum. hatta gidip yerden kalkmalarına yardım ederim. çünkü nasıl bir ruh hali içinde olduklarını gayet net anlayabiliyorum. düşene gülmeyin olum, yazık lan.

11 Şubat 2012 Cumartesi

son bir kaç gündür gazetelerin eklerinde bir bok yok. neden? çünkü sevgililer günü geliyooooor. 800 milyon tl'lik pazar. bugün aldığım gazetede ek içinde ek, matruşka gibi. hepsi kırmızı tonlu,sevgililer gününde ne yapılır, nereye gidilir, tüyolar falanlar filanlar. akşam yemeği için tek kişiye 150 tl verecek kadar aklımı kaçırmadım henüz. zaten her şeye zam gelmiş bu günden ötürü. kıçı kırık mumları bile 20 liradan satışa sunuyorlar.

bir bok yok gazetelerde.

9 Şubat 2012 Perşembe

gülben ergen'in trt'den 400.000 lira aldığını biliyor muydunuz? verilen vergilerin 400.000 tl'lik kısmı bu kadının götüne gidiyor yani. tamam, hak ediyorsa alsın ama bu kadının yaptığı program bana ne katabilir? birilerinin yardımıyla, kendini birilerinin önüne meze olarak sunarak bir noktaya gelmiş insanlara saygı duymuyorum ben. yani bir çok insana saygı duymuyorum demek oluyor bu. bugün programında ateistlere allah'tan şifa dilemiş. eminim gözlerini belertip, ağzını yamultarak yapma bir şaşkınlıkla söylemiştir bunu.

madem bu kadın çok inanan bir kadın, ne kadar dininin gereklerini yerine getiriyor? ona mı kalmış bunu söylemek diye düşünmeden edemedim. daha önce elli defa söylediğim gibi kimsenin hiç bir görüşü umrumda değil.

pazarlama stratejisi. gülben ergen ve bu kategorideki kadınları izleyen kişilerin nişantaşında ellerinde şarap kadehleri ile sosyalizmden bahseden kişiler olamadığı konusundan anlaşırız sanırım. bu kişiler bana göre, emekli ya da ev kadını ya da ev "kızı" ve belli bir gelir ve din seviyesindeler. ve bu kadını gerçek anlamda kendilerinden biri olarak görüyorlar. daha önce yazmıştım, marka oluyorlar ve gerçekten tapıyorlar. ne derlerse yapıyorlar. sonra gelsin paralar gitsin paralar.

sen it gibi çalışırsın, okursun bir baltaya sap olucam, hayatımı kurucam diye. ama görüyorsun işte hayat hiç adil değil. zenginsen orospu olmuyor adın.altını çizdim bunun.

7 Şubat 2012 Salı

neden?


neden? her yerde, her aşamada bu soruyla karşılaşıyoruz. ve somut "nedenler" istiyorlar cevap olarak. bu arada hep devrik cümle kuruyorum,neden acaba? bu sorulara mantıklı bir cevap veremiyorum. herkesin tanık olduğu ya da olacağı konudan gidelim mesela.

gittiğim her iş görüşmesinde şu sorularla yüz yüze geliyorum. " neden bizi seçtiniz, neden bu alanda çalışmak istiyorsunuz, neden bu okula gittiniz, neden bu bölümü okudunuz, neden yüksek lisansınızı bu alanda yapmak istediniz, neden tez konunuz bu?" gibi. bir cevabı yok bence, en azından ben de bu soruların cevabı yok. bu durum aynı karne günlerinde babamın bana sorduğu cevapsız sorular gibi; "neden üç?" çünkü üç beni anlatıyor gibi abimle geyiklerini yapmışızdır bunun ama babama diyemedim bunu.

"neden bizi seçtiniz?" kusura bakma ama bir özelliğiniz yok. işe ihtiyacım var ve başvurdum.siz de çağırdınız. bunun cevabı budur bende. hiç bir zaman kan emici bir şirkette çalışmak hayalim olmadı. ama ne demek lazım; " siz süpersiniz,on numarasınız,götünüzden timsah çıkartabiliyorsunuz,kariyerim açısından bu çok önemli.o yüzden size talibim." demek gerekiyor.

" neden bu alanda çalışmak istiyorsun?" en gıcık olduğum sorudur. genelde yeni mezunları sahaya satışa sürerler ve asla yapabileceğim bir iş değil. ya sönük kalırım ya da biri damarıma basar lafı sokarım,tokadı basarım. henüz "olgunlaşamadığım" için ben bu tarz işi yapamam. dolayısıyla farklı alanlara başvuruyorum. ve ben dürüst olup bunu izah ettiğimde beni geçimsiz görüyorlar. artık "hayata baktığım pencerede satış gözükmüyor." diyeceğim.

"neden bu okul, neden bu bölüm? puanım ona yetiyordu,ailem onu uygun gördü. bu yüzden. yoksa ulusal iş sistemleri, stratejik yönetim manyaklığım yok,gece rüyalarıma girmiyor yani.

herkes biliyor bunu ama olmazsa olmazları bu sorular. neden? çünkü eşşeğin s.kinden dolayı. bir şeyleri yapmak için yapmasınlar. işe uygun olup olmamam bu sorulara verdiğim yanıtta olmamalı. analiz ediyorlar diyorlar da neyi analiz ediyorlar anasını satayım, hayal gücü ne kadar geniş, kendini ve çevresini ne kadar kandırabiliyor, ne kadar sallıyor falan diye mi analiz ediyorlar? okuldaki hocalarım da bayılır bu soruya. bu okulu, bu bölümü niye seçtin? finansla uğraşmak istemiyorum,üretim yönetimi kafam basmıyor,geriye sadece bu bölüm kaldı diyorum. acır gibi bakıyorlar bana. kusura bakma ama anlattığın hiçbir şey ilgimi çekmiyor. ne yazık ki işime yaramayacak. elimdeki kıçı kırık diplomayı soruyorlar bana. öğrendiğim hiçbir şeyi hayatıma yansıtamayacağım. bana bu imkanı vermiyorlar çünkü. orda işler öyle yürümüyormuş,huzur kaçırmaya gerek yokmuş. böyle dediler.

6 Şubat 2012 Pazartesi

garip düşünceler içerisindeyim bu aralar. tamamen garip bir ruh hali içerisindeyim. duygusallıkla depresyon arasında bir yerdeyim sanırım. tıkandım. kendime yardımcı olamıyorum artık. bazı şeyleri nasıl yapacağımı bilmiyorum. ruhum kırık.

4 Şubat 2012 Cumartesi

Dinden soğutuyorlar ibineciler. Her şeyden soğuttular zaten. Milletin yazdıklarını görüyorum da kendilerince dalga geçmişler.Ben de yapmıştım. Lise döneminde ÖSS'ye hazırlık amacıyla Fethullah Gülen ve ekibine ait dersaneye gitmiştim. Çok gördüm,duydum hoca efendi propagandasını. Onların verdiği iticilikle dinden soğumuştum Bildiğim dua sayısı 3. Mezarlığa falan gidince döndürüp döndürüp okuyorum.

Amaç muhafazakar gençlik kitlesi oluşturmakmış.Kendileri bile sadece kendi işlerine geldiği takdirde muhafazakarlarken bunu toplumdan istemek ne kadar ironik. Ayrıca nedir bu tornadan çıkarmış gibi tekdüzeleştirmek? Muhafazakar olmanın dinle %100 bağlantısının olduğunu da düşünmüyorum, çevremdeki kendilerini dindar olduklarını iddia edip kıçı ayrı başı ayrı oynayanlara bakaraktan. Yine bu insanlara bakarak, kendi düşünce gücüm olmadan sadece bakarak dinin milleti kandırmak olduğunu da iddia edebilirim. Bu insanlar toplum yapısının ağzına sıçtılar. Din olmasında ne olursa olsun diyecek noktaya vardırdılar bir çok insanı. Akılları şeytan, görünüşleri melek olan, gözlerini para ve güç hırsı bürümüş bazı mahlukatlar ortamı yozlaştırdılar.

Kendilerinin bir zamanlar çok çektiklerini iddia eden sözde islami kesim, çektirme sırasının onlara geldiğini düşünüyorlar ve söylüyorlar. "Sıra bizde!" Demek ki okuduğun kitaptan bir halt anlamamış ve ne çekmişler çok merak ediyorum. Her ne olursa olsun, ister dini görüş ister ideolojik görüş, ister başka bir şey, insanları rahat bırakın. Bunu da pazarlama stratejisi haline getirmeyin.

2 Şubat 2012 Perşembe


ergen yazısı gibi olacak ama onlar da insan. belirsizlik çok kötü bir şey, önünü görememek,bir baltaya sap olamamak, bir yere ait olamamak çok kötü. hayatımı oluşturup bir sonraki levele geçemedim. çaba harcıyorum kendimce ama olması gerektiği için yapıyorum bunu. yani bunun neticesinde bir şey elde etmek gibi bir garanti yok. sadece benim durumumdakiler benzer hareketler sergiliyor diye yapıyorum. sürüye uyuyorum ya da uyduruluyorum.

ne istediğimi bilmiyorum. çok şey istemiyorum ama alı olsun gülü olsun diye içinden çıkılmaz bir hale sokuyorum onu.isyan etmeyi falan bıraktım artık, kabullendim akıbetimi. hala nerden tutabilirim diye durumları evirip çeviriyorum. bazen içinde bulunduğum hal kimsenin umrunda değilmiş gibi hissediyorum. sanki sonumun ne olacağı belliymiş de biraz daha zaman varmış gibi tavır takınıyorlar. eğer öyleyse söyleseler de ben de kendi keyfim için yaşasam bu süreyi. kimse yardımcı değil,herkes birbirinden ne koparırım diye bakıyor. ben de bu durumda götü başı kollamak zorunda hissediyorum. daha bir atak,daha bir tetikte, daha bir gergin..

moralim bozuk,canım sıkılıyor. ondan geveledim bu kadar. herkes iyi olsun.

29 Ocak 2012 Pazar

sabah anneme dert yanıyordum. herkes konuları bitirmiş sadece soru çözüyorlarmış. ben daha başlamadım yarısına bile diyordum. annem de çayından bir yudum aldı, şöyle dedi;

" bak çocuğum, herkesin her dediğine inanma. biri çıkar öyle bir sıçtım ki mis kokuyor aynı gül bahçesi der. sen de oturursun benim ki neden gül gibi kokmuyor dersin. inanma,inanmaaa, i-nan-ma."

sustum lan bişey diyemedim. benim lafımdı halbuki bu.niye böyle oldu ki şimdi?

28 Ocak 2012 Cumartesi

susamadım

bazen çok itici bulduğum ece temelkuran'a bağlayıp ne ara bu hale geldik diye düşünmüyor değilim. tarih bilgim ya da dini bilgim çok kuvvetli değil. yüzeysel şeyleri biliyorum sadece. ama insanların yaptığı kendilerine göre haklı bana göre bencilce eleştirileri anlayabiliyorum çok şükür, hala bu kadar beynim var.

bu eleştirileri yapıyorlar ama yapma nedenleri toplumun refahı ve huzuru asla değil. ortada düzeltilmesi gereken meseleler olabilir lakin bunu o kendi çıkarları için istiyor. taraf gazetesi toplu mezar haberi yapmış. işte diyor ki hakkari de şırnak'ta açılmamış mezarlar varmış. bir de afilli yorum yapmış bunu paylaşan kürt kökenli "türk" vatandaşımız. olabilir, yoktur demiyorum. ama o mezarlar kürt kökenli "türk" vatandaşlarının çoğunlukta yaşadığı yerlerde değil de batıda olsaydı bu kadar götünü yırtar mıydın? eline geçen her imkanda türkiye'yi itin götüne sokan insan evladı, türk tarihine düzmece diyip kendi sikindirik göstermelik kurumlarına gerçek süsü verip ne kazanmayı planlıyorsun? fransa, ermeni soy kırım yasasını kabul ettiğinde,laiklik fransız malı, onuda mı boykot edeceksiniz dediğim de " ab diger ulkeleri 2015'e kadar bu yasayi yasalastirmayi dusunuyor,ozaman ne yapacak turkiye" tarzında yorum yapabiliyorsun. ab'nin seni kurtaracağını falan mı düşünüyorsun? ab'nin seni, haklarını, huzurunu,refahını çok mu taktığını düşünüyorsun? bu kadar saf ve salak mısın? ayrıca nasıl bu tarz bir cümle kurabilirsin? ab'nin yediği bokları, sömürdüğü ülkeleri nasıl görmezden gelirsin? ben söyleyeyim. sen bir çıkarcısın. sen, kendi durumunda (!!!!) olan ülkeleri kendi çıkarın için görmemezlikten geliyorsun,yok sayıyorsun. hani sen adalet,hak,hukuk,insanlık,özgürlük istiyordun. hepsi boş,hepsi kafan gibi boş!

ne zaman sadece bireysel huzuru değil toplumsal huzuru düşünerek hareket ederiz, o zaman bir şeyler olur. hrant dink öldürüldüğünde " türkler hepsi pis faşist, sindiremediklerini öldürürler" ya da " hepimiz ermeniyiz" demeyenlerini itin götüne soktular. sen misin lan elit,sen misin bohem, sen misin aydın? demiyorlar ki düşüncesi ne olursa olsun öldürülen insanların failleri cezalandırılsın. bunu demiyorlar. bu kadar fanatikler. bu kadar cani ve benciller. kendilerini sadrazamın sol taşşağı sanıyorlar. pardon sadrazam falan dedim,ters düşer onlara.

bir de din mevzusu var. neymiş allah adına ev satan reklam görmüş. cehalet dindarlığı getirirmiş,dindarlık da üçkağıtçılığı getiriyormuş. sen bu adamaların kafa yapılarını sorgulayacağına dini sorguluyorsun. şu dönemde kim bir noktaya ulaşıyorsa zaten din sayesinde geliyor. dinden propaganda yapıyorsunuz, dinden gövde gösterileri yapıyorsunuz, dinden para kazanıyorsunuz, dinden güç kazanıyorsunuz, yediğiniz bokları dinle kamufle ediyorsunuz, dini milletin ağzına sakız ediyorsunuz. bu kadar insanın vebalini ödeyemeyeceksiniz.

hani eskiden bir bilgilendirici reklam vardı trafik canavarı ile ilgili. adam güzel güzel,güler yüzlü bir şekilde araba kullanırken, birden exorciste bağlıyordu. bu insanlar da öyle benim için. ağızlarından salyalar saça saça, bencilliklerini bulaştırarak kendilerini savunuyorlar. yanlışlık olmasın, ben burda kimsenin fikrini iğnelemedim. en azından amacım o değildi. hal,hareket ve tavır.. çok takıntılıyım bu konulara. benimle aynı fikirde olsun ama hal,hareket ve tavır rahatsız ediciyse onu da iğnelerim. kimse kimseden üstün değil, hırslarımızın kurbanı olmayalım.

barbaros şansalın da dediği gibi " saygı duymak zorunda değilsin ama saygı göstermek zorundasın!" ehehe

24 Ocak 2012 Salı

boykot var hanım, koş!


dünya üzerinde bulunan tüm siyasi liderler gibi sarkoyz de oy toplama yangınıyla kendi tabanının gazını almaya yönelik bir tasarıyı ortaya attı ve kabul edilmesine ön ayak oldu. hatta onu geç, at boku kadar sakızı geviş getirir gibi çiğneyerek yine kafasını yaptı. melih gökçek'ten karşılığını da aldı, melih gökçek'i bu yönüyle takdir ettim. yok abdullah gülün telefonlarına bakmadı, yok götünü ayırarak oturdu falan filan. bildiğin türkiye üzerinden reklamını yaptı.

fransız mallarını boykot edebilir miyiz? keşke olsa. sarkozy'nin ne kadar umrunda,adam topladı oyları. nasılsa türkiye bir bok yapamayacak. vakti zamanında ,sanırım 2004, kanada'da böyle bişey olmuştu. sayıları azınlıkta kalan bir milletvekili demiş ki "ne alemi var şimdi 90 sene önce olmuş olayı kaşımanın, ne alemi var türkleri karşımıza almanın, durduk yerde firmalarımız etkilenecek".ermeni yanlısı vekil söz alıp "hiç korkmayın, bu türkler öyle esip gürlerler sonra unuturlarç bakın fransa bu kanunu geçirdiğinde siyah çelenkler boykotlar vs başladı. bugün çoktan unutuldu o işler, fransız firmaları en büyük ihaleleri alıyorlar. hiç merak etmeyin hiç bir şey olmaz" der. elin gavuru bizi bizden daha iyi tanıyor azizim. yani bu kafayla fransay'a bir bok olmaz. görgü kurallarından dehşet nasibini almış sarkozy sıcak evinde, kadehinde bilmem kaç yıllık fransız şarabını yudumlamaya devam edecek.

geyiğini bol bol yapabiliriz ama yararı var.renoult ve peguout ( hiç kasıp doğru yazıp yazmadığıma bakmadım, sonuçta anladınız.) 3 ay satılmasa gayet yerinde bir zarar olur. her taraf da araba dolu zaten. gayet de iyi olur. fransız mallarını da siktir et, her an kıçımıza parmak atmaya hevesli olan ülkelerin mallarını da kullanmamaya çalışsak ne olur? kola içmesek,hamburger yemesek, o pahalı parfümleri kullanmasak,bizi deneme tahtası olarak kullandıkları ilaçları, kozmetik ürünlerini ıvırları zıvırları almasak ne olur? ne kaybımız olur anasını satayım? tekstil ürünlerine değinmiyorum bile. burada üretilip,bilmem nerde markalanıp dünyanın parasını saçıp alıyoruz. neymiş daha kaliteliymiş.

artık hakkaten üretim yapmayı seçsek ne olur? arabamızı,silahımızı, yakıtımızı ( benzini bize amerikan şirketi satıyor,en pahalı benzin dünya üzerinde seven sisters mı neydi şirketin adı- ki petrol dibimizden çıkıyor, biz ebesinin örekesinden alıyoruz.),uçağımızı, bilgisayarımızı,abudik gubudik yoğurtlarımızı kendimiz üretsek ne olur misal?

azcık duyarlı olsak,sade bir insan olmayı seçsek ne kaybımız olur? hadi benim komünist arkadaşlarım, ilk duyarlılığı sizden bekliyorum. çıkarın converselerinizi.

tarih çalışıyorum bu aralar. bildiğin tarih tekerrür ediyor.hakkımızda hayırlısı.


kaç paraya kadar namuslu olacağımı ben de bilmiyorum.
napoleon bonaparte

21 Ocak 2012 Cumartesi

Büyük adam yaşamın amacını senin gibi zengin olmakta, kızlarının kurallara göre evlenmelerinde, politik kariyerde, profesör süslerinde görmüyor. Senin gibi olmadığı için onu “dahi” ya da “tuhaf” olarak adlandırıyorsun. Ama o senin boş gevezelik toplantıların yerine kendi düşünceleriyle yalnız kalmayı tercih ettiğinde onun toplumsal olmadığını söylüyorsun. Sen küçük adam, bu sıradan dürüst adamın karşısında yozlaşmışlığın içinde kendini “normalliğin” prototipi olarak çıkarıyor ve ona “anormal” diyorsun. Onu küçücük ölçülerinle ölçüyorsun ve senin normallik ölçülerine uymadığını düşünüyorsun.


Wilhelm Reich

15 Ocak 2012 Pazar

daldan dala

bugün konudan konuya atlamaya çalışacağım. madem hazırız hadi bakalım..

okul dönemimden bahsedeyim istiyorum. ilk okuldan sonra anadolu lisesini kazanan son nesildenim. 7 yıl aynı okul,aynı hocalar,aynı arkadaşlar.. kimileri için iyi,kimileri için kötü bu durum. benim için kötüydü. okuldaki yönetim ve hocaların çoğu ağır sosyalist,komünist takılan bireylerdi.çok enteresan bu eşitlikçi insanlar kendileri ile aynı görüşte olmayan hocalar dışlarlardı ve okuldan gönderirlerdi. lise zamanı gelince hani öğrencilerde bir siyasi tutku oluşuyor ya bizde de oldu haliyle. bu hocalarla hangi tarafa yönelinebilirse o tarafa yöneldi çoğu kesim. öğrencileri dersten alıp başka odaya kapanıp şiirler falan okurlardı birbirlerine. hatta okul başkanlığı zımbırtısı bildiğin ideolojik seçimlere dönüşürdü. bu kesimden olan bir öğrenci vardı,2 isminden biri nazımdı. ve bu isimle oy toplamaya kalktı. ne kadar gösteriş kokan hareketler değil mi? buraya kadar sorun yok, beni enterese etmiyor kimsenin görüşü. okul bittikten yıllar sonra dolaylı yollardan gördüm ben bu kişileri. o duvarlara şiir yazan kız,zamanında sömürücü hareketlerini protesto ettiği amerikada gökdelenlerinin önünde ray ban gözlükleri ve ugg ayakkabıları ile pozlar vermiş. ayakkabılarının fotoğraflarını çekerek converse kardeşliği diye facebooka koymuş. annem, babam polis diye, abim onun savunduğu görüşün tam zıttını savunduğu için beni dışlayan hocam çocuğunu özel üniversitelere yollamada bir sakınca görmemiş, yaz tatillerini yurt dışında bilmem kaç yıldızlı otellerde geçirmeyi ideolojisine yanlış görmemiş.bir de öğretmen maaşları az diye eyleme giderler. he baksan 1 mayıs gösterilerinde boy boy fotoğrafları var. ama ne için? dostlar alışverişte görsün. 1 mayıstan gösterisinden sonra istanbulun ciks mekanlarında kahve içmiş. hele bir kız vardı ibretlik. susmuyordu hiç, paso eşitlik, paso faşistlik, paso bilmem nelik.. şimdi ne? mavi lensleri, taytıyla, elinde votkasıyla ankaranın sosyetik mekanlarında danslar ediyor. hani ezilen halkın yanındaydın? derdim hiç bir ideolojiyi eleştirmek değil. ama yediğinle dediğin bir olmasını beklerim ben. çünkü onlar beni eleştirdi,onlar beni dışladı. şimdi, geçmişteki tutumlarıyla felaket ötelerindeler. ama bu dediğimi yapan kişiler yok mu? var. 2 kişi. onları da tebrik ediyorum. hayatlarının her alanına fikirlerini yansıtmışlar. en önemlisi ise seni savunduğun görüş için itin götüne sokmaya çabalamıyorlar.
****

ikinci konu olarak hastane ortamından söz etmek istiyorum. geçen hafta tahlil sonuçlarımı göstermek ve sevk almak için gittim. haliyle çok kalabalık. numeratör diye bir sistem koymuşlar. sana randevu sırası veriyorlar, numaran ekranda çıkınca içeri giriyorsun. bu kadar basit ve kolaylaştırıcı bir sistem. ama bizim halkımız çok uyanık ya,çok çakal ya, şeytana papucunu ters giydiren türden ya, sökmüyor bu sistem. bir herif vardı,piç. 50 yaşlarına yakın,ağzında ta boku kadar sakız,ağzını aça aça cakkıdı cakkıdı çiğniyor göt oğlanı. köşe kapmaca oynar gibi, ordan oraya ordan oraya derken aaaa kapının hemen önüne gelmiş. çat diye girdi içeri. sıra varmış, bekleyen varmış. kimin umrunda.. kendi yetmezmiş gibi çoluğunu çocuğunu, gelinini, damadını da soktu içeri pezevenk. yaşlı adamın sırasını gasp etti. adam ayakta hakkaten zor duruyor, elinde baston, terliyor adam. benim de beynimden çenem sus emri gitmediği için çıkışta söylendim adama. adam ne dedi tahmin edin. " sen de geç öne,tutan mı var? alla alla!" şu an millet ayakta adam öpüyor, hiç bir haksızlığa laf etmiyorsun. anca sıra kapmada çakallık yapıyorsun. küçük işlerin adamısın bariz. bir tane kız geldi. girmek istedi. herkes sıra var bacım hareketi yaptı. kız da " ben hasta değilim. imza alıp gidicem. imzalattığım kağıtla aslında sizin gibi hastaların hayatını kurtarıyorum. bravo,tebrik ederim. doktor almadı içeri. umarım mutlusunuzdur." diye trip attı kevaşe. bu nasıl bir özgüvendir arkadaş. kansere çare buldu da doktorun imzası gerekli sanki haspam.
****
yiğit bulut hakkında da laf etmek istiyorum. o saçlar nedir yaaa? ehehehe tabi ki bu değil. adam başbakanlık baş danışmanı oldu. işte bu adam, bu ülkede ne şekil hangi yerlere ulaşabileceğimizin somut kanıtı. yalakalık yaparak, tribünlere oynayarak nerden nereye gelebilirmişiz onun cevabı. hak,hukuk denen bir bok yok zaten. nitelik önemli değil artık,nicelik önemli. kimin adamısın,kimi destekliyorsun,kimleri tanıyorsun.. önemli olan bunlar. sen götünle zürafa yakala, olmadı derler. o yüzden hayata biz yine de umutla bakalım. gün gelir devran döner, horoz bir hale girer tavuk öper.

14 Ocak 2012 Cumartesi

Allah der ki;kimi benden cok seversen onu senden alırım

...ve ekler ,

Onsuz yaşayamam deme , seni onsuz da yaşatırım.

Mevsim geçer,gölge veren ağaçların dalları kurur ,sabır taşar,

canından saydıgın yar bile bir gün el olur,aklın şaşar,

Dostun düşmana dönüşür,

Düşman kalkar dost olur,

Öyle garip bir dünya .

Olmaz dedigin ne varsa hepsi olur...

Düşmem dersin düşersin şaşmam dersin şaşarsın.

En garibi de budur ya,Öldüm der durur,yine de yaşarsın.



"Mevlana''

6 Ocak 2012 Cuma

markam için secdeye varıcam artık.

evet bir okul dönemini daha geride bırakmanın burukluğuyla size merhaba diyorum. "merhaaabaa". madem ferahladım,o zaman ortamı gerebilirim eheh.

bir çok arkadaşım beni "lüzumsuz" eleştirilerim nedeniyle geçimsiz,huysuz biri olarak algılıyor. sistemlerine ayak uyduramadım henüz. ama hiç önemi yok,kabullendim onların bu halini. misal şu an onlara göre gereksiz ama bana göre çarpıcı bir şeylerden bahsedicem.

markaların hayatımızda konumu ve önemi abilerim,ablalarım. tapıyoruz bazı şeylere, dinimiz oldu çoğumuz din = yobazlık diye düşünürken. gerçi artık marka oluşturmanın stratejisi de bu.

1950'lilerde markalandırma eşsiz satış teklifi kapsamında yürütülüyordu. bu, markanın değil fiziksel ürünün esas belirleyici olmasını gerektiriyordu.zaten kitlesel üretim yapıyorlardı,seçmeye imkanınız yoktu. 1960'larda gerçek duygusal satış teklifi markalarının ilk işaretini görmeye başladık. yani benzer ürünler en başta duygusal çağrışımları nedeniyle farklı algılanıyordu. coca-cola ile pepsi'yi düşünün olum. koladan ziyade markayı içiyoruz biz. 1980'lerde örgütsel satış teklifi ortaya çıktı. markanın ardındaki örgüt ya da şirket fiilen markanın kendisi olup çıkmıştı. onu diğerlerinden ayırt eden şey, örgütün felsefesiydi. nike yıllarca bu marka türüne bağlı kaldı.1990'lara gelince, markalar kendi başlarına öylesine muazzam bir güce ulaştı ki marka satış teklifi devreye girdi. marka, fiziksel üründen daha güçlüydü. harry potter mesela. bu markanın yatak çarşafından duvar kağıdına her boku var. hee bak bir de buna hello kity çok güzel örnek ama sonra değinicem. tiksiniyorum o pembe kediden. 1990'ların sonundan günümüze kedim satış teklifi olgusu çıktı. önceden marka imalatçıları markanın sahibi konumundaydı ama artık tüketici markaların sahibi. tüketici artık uyandı mı ne bok yedi anlamadım valla, şirketler koca bir pazara hizmet veremiyor artık. tüketicilerin hepsi farklı farklı şeyler talep ediyor. kendine özel bir şeyler arıyor. misal nike'ın sitesine girdiğinizde kendi papucunuzu dizayn edebilirsiniz.üretici bu kadar esnekleşti. buraya kadar hiçbir sorun yok. ama artık insanlar kafayı yedi olum. yok bilgisayar çağı yok iletişim çağı yok bokum çağı derken insanlar boşluğa düştü. tüketici çaresizce inanacak bir şeyler arıyor ve markalar da bunun yanıtı çotadanak veriyor. bunada bütünsel satış teklifi diyorlar.yani bu markalar, hem kendilerini geleneğe dayandıran ve dinsel karakteristikleri benimseyen, hem de aynı zamanda haber yaymanın bütünsel bir yolu olarak duyusal markalandırma yaklaşımından yararlanan markalardır. bir insan gidip louis vuitton gibi bir markanın çanta desenini ne diye kendine dövme yaptırır? kafam almıyor cidden. neyse dinleşmeye gelelim.

din, bize temelde duygusal bir düzeyde ulaşır. yani herhangi bir mantıksal tartışmayı kaldırmaz. konuşur konuşur susarsın anca. insanlar duygusal tatmin arıyorlar. hatta yapılan bir araştırmada ABD'de çocukların %76,6'sın inanacak bir şeyler aradıklarını söylemişler. gelin bana inanın diyecem de neyse, kendimce önemli şey izah ediyorum burda. hatta dinsel ve ruhani kitapların satışları %150 artmış bu sıralar. insanarın arayışları bu kadar fazla olunca, koca pazarı gören çakal markalar stratejilerinde değişime gidiverdiler gayrii. hatta "pazarlam krallarından biri" bunun için On Emir yazmış. bunları belirtmicem burda da örnek üzerinden gideyim diyorum.

hello kity nasıl lanet bir kedidir.gördükçe cinlerim tepeme çıkıyor. hele bir de koca koca karılar giyince abooooov. şimdi bu gudubet kedi japon çizgi kahramanı. bu kedi için dua siteleri var. " hello kity kirlilik nedir bilmeyen beyaz bir melektir, hello kity kutsal meryemdir, isa hello kity,hello kity tanrı'nın yarattığı ilk canlıdır" falan yazıyor bu sitelerde. hello kity arabaları,evleri,ne biliyim ben mutfak aletleri falan var ve sahibi kimse booook (vurgulu) gibi para kazanıyor azizim. bunu yazmamdaki amaç " ay ibnelere bak allah'a inanmıyor da gitmiş neye inanıyor" gibisinden bir şey ima etmek değil. adamlar bizim duygularımızla oynayarak paranın hasını yiyorlar lan. gökdelenlerin tepesinden bakıp bizim hakkımızda "ayaklı dolarcıklar" diye düşünüyorlar.

zamanında coca-cola için millet birbirine girmiş. tadını değiştiricez demişler. savaş çıkmış gibi kasa kasa toplamışlar kolaları. bir de eylem yapmışlar. onu geç amerika'dan meksika'ya geçerek kola stoklamışlar kodumun manyakları.

he bir de bak liderlerden söz edeyim. her yazılı ya da yazılı olmayan dinin liderleri var, peygamberleri var. marka yöneticileri de bunların başı işte. kişiler de markadır. michael jackson çocuklara taciz iddiasıyla yargılandığında, hayranları onun mahkeme giderlerini karşılamak için 2 milyon dolar gibi bir para toplamışlar. maykılın yok mu olum parası? adamın bildiğin cemaati var. bizden bir örnek; aziz yıldırım. yıl başında taraftarları cezaevinin oraya gidip yıl başı kutlamışlar. o havada,o vakitte başka işleri güçleri yokmuş gibi kalkıp gitmişler. adamın paranın kralını indirmiş cebine, biz sadece gönlü zenginler adamın prensler gibi yaşadığı cezaevine moral desteği olsun diye gidiyoruz.

bana bunlar çok saçma geliyor. zaten firmalar için de çok kötü bir müşteriyim. her şeyim demodedir artık. bilinçli bir şekilde duygularımızla oynayıp, arkamızdan nasıl kandırdık ama dalga geçip, paramızı yiyorlar. iphone almak için böbreğini satan insanlar mevcut aramızda.

zaten kıl oluyorum pazarlamacılara. bir onlar akıllı biz salağız. işe yaramayan pazarlama teknikleriyle gel anca mail at angutlar sizi. bak elalem din yapıyor markasından hödük. neyse şekerlerim durum bu. takdir sizin. ok kib öpt by.

3 Ocak 2012 Salı

işe yaramayan reklam kampanyaları

boktan pazarlama stratejilerinden bıktım. bıktırdılar. hele şu mail yoluyla çabalıyorlar ya,okumadan siliyorum. 2 tane mail adresim var. bu malların yüzünden ikisi de piç oldu. nerden buluyorlar ağzına sıçtıklarım anlamadım gitti. yok temizlik topu,yok bilmem nereni büyüten kremler,yok jigolo sitesi,yok eskort sitesi, yok 5 tl kazandınız gelin harcayın,yok bilmem ne sertifikası kursu,egemen bağış'ın gündemine bile kayıt olmuşum. bıktım artık her gün onlarca mail silmekten. en son bu sabah geldi bir eğitim firmasından. üyeliği iptal ettirmek için buraya tıklayın diyor. tıkladım,bir siteye yönlendirdi. bu işi yapan bir firma. aha bu http://www.daynexmail.com/ . referanslara baktım. benin kendi okulum var,sonra bana mail gönderen firmalardan bazıları var. mail attım bu firmaya dava edicem diye. hemen biz mail satmıyoruz,bize gelen firmaların ellerindeki mailleri toplu şekilde mail gönderimi yapmaları sağlıyoruz diye cevaplamış normalde cevap vermezler,ama dava edicem deyince mi döndüler anlamadım. okuluma çemkirdim internet üzerinden, mailler satıyorsunuz diye.onlarda kabul etmedi. gelen maili ilettim,bilmiyorum ne oldu sonra.

bıktım artık bıktım. pazarlama konusunda bok gibisiniz,rezilsiniz. he bir de şöyle bir sistem var. ariel yaptı bunu. dizi sitesine girdiğinizde ya da gazetelerin videolu haberlerini okuduğunuzda, videoya tıkladığınızda bu firmanın 15 saniyelik reklamı çıkıyor. ve 13. saniyesine kadar "reklamı geç" kısmı çıkmıyor. yani o videoyu izlemek istiyorsanız bu reklamın en az 13 saniyesini izlemek zorundasınız diyorlar. bu ne öküzlüktür ya,bu ne çakallıktır.

he bir de bazı ibneler telefon numaralarınızı satıyor. en son doktor bilmem kim zayıflama ürünleri satmak için telefondan aradı. bant kaydı ve diyor ki bu ürünü almak isterseniz şu numaraya ücretsiz mesaj atın, biz sizi arayalım,satışı gömelim. istemiyorum arkadaşım istemiyorum. senin beni aramanı,bana mail atmanı istemiyorum. ürününü alacağım varsa bile almıyorum. tiksindim bu reklam kampanyalarından. kim demişse size bu kampanyalar işe yarıyor diye sizi kandırmış. bok gibisiniz. bir de iş yaptım diye ortalarda gezersiniz. elli tane mail adresi, elli tane telefon numarası mı alacağım ben sırf sizden kurtulmak için?

2 Ocak 2012 Pazartesi

son 2 sınavım ve son 2 makalem. ama motivasyonum düştü. leblebi deseler bile anlamayacak duruma geldim. biraz kızgınlığı dökeyim belki yararı olur.

2 aydan fazla bir süredir facebooku kapattım. hem moralimi bozuyordu hem zamanımı çalıyordu falan filan. bir kaç günden beri bir arkadaşımı arıyorum (nerdesin deeeniizz?) telefonu hep kapalı. başına bir şey mi geldi diye merak ettim. tek ulaşabileceğim yer facebooktu.açtım, bir şeyler yazdım ama hala cevap gelmedi. merakım devam ediyor.

dün bir arkadaşımı aradım yıl başı ayağına. epeydir de görüşmemiştik,konuştuk ettik. dedim ki buna "iatnabul'a gelirsen haber ver. ben de geleyim bir şekilde. oturur,konuşuruz." o da " eheheh meeheheh tamam haber veririm,özledim de zaten seni,sesini duymak iyi geldi." gibi laflar etti. severim de yani, ayrı bir yeri vardır bu arkadaşımın bende. neysee facebookta geziniyorum. ulan bir baktım bu zaten istanbul'daymış. devamlı şikayette bulunduğu arkadaşlarıyla boy boy fotoğrafları var. dedim yani insanı öpen(!) yaranıyor. ben çok şanssız bir insanım. arkadaş yönünden, okul yönünden, iş yönünden,hoca yönünden... şans faktörü insan hayatında önemli bir faktör. her ne kadar fatih terim "insan kendi şansını kendi yaratır." dese de şans önemlidir. ne diyeyim ki.